Ömer Süvari- Heybeliada
Bugün İstanbul Adaları’nda sosyal, kentsel ve doğal yaşam, dışarıdan ne kadar parlak ve ışıltılı görünürse görünsün ardında dev bir enkaz bırakarak çürüyor ve çöküyor. Bunu en çok Adalar’ı terketmek zorunda kalan eski Adalılar, eski yazlıkçılar ve geçmiş günleri artık İstanbul’daki, Selanik’teki, Atina’daki evlerinde bir “hoş sada” olarak anımsayanlar görüyor. Adalar’da artık balıkçılar, seracılar, zanaatkarlar, memurlar, sanatçılar ve tüm zorluklarına rağmen Adalar’ı gerçekten sevenler yaşamıyor. Bu kesimler artık küçük bir azınlık haline gelirken bugün Adalar’da turistik esnaflığa gönül indirenler, emeklilik günlerini sahil boyunca uzanan turistik kafelerde plastik sandalyeler üzerinde dedikodu dalgalarına taş atarak geçirmeyi tercih edenler ve adadan başka gidecek yeri olmayanlar yaşıyor. Adalar’ın dokusunu asıl belirleyenler ise yerel ilişkilerini paraya ve ranta çevirmeye çalışanlarla, o çıkar ağları içinde yer tutmaya bağlayan kesimlerden oluşuyor.
Birçoğumuz için Son İstanbul parçası ve Son Sayfiye olarak düşünülen, tarihi mekanları, zengin mimari birikimi, çok kültürlülük simgesi dinsel geçmişi, mahalle kültürü ve doğal zenginliğiyle İstanbul’un eşsiz bölgelerinden biri olarak düşünülen Adalar, gerçekte büyük bir yıkım, talan ve çöküntü alanı haline gelmiş durumda. Muhafazakâr bir İç Anadolu kasabasına dönüşmüş olan Adalar’ın sosyal ve siyasal ilişki atmosferi de bu çöküntüyü durduracak dinamiklerden büyük ölçüde yoksun, ilçenin yaşadığı ekonomik baskının altında artık dikiş tutmayacak noktaya doğru hızla ilerliyor.
Adalar’ın kendi dinamikleri içinde bu çöküşü durduracak ve geri çevirebilecek anlamlı bir yerel yönetim anlayışı ya da kamu idaresinden söz etmek mümkün değil. Son yıllarda Adalar Belediyesi’nin, Orman İşletmeleri’nin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, Koruma Kurulu’nun ya da diğer resmî kurumların esen rüzgâra göre aldıkları gündelik kararlar; ekonomik ve siyasal ilişkilere, ittifaklara, çatışmalara göre şekil alan uygulamalar, Adalar’ın yaşadığı yıkımı ve çözülmeyi durdurmak bir yana daha da hızlandırıyor. Adalar Belediyesi içinde her dönem süregiden güç ve inisiyatif mücadelesinin ürünü gelişmeler, her isteyene kuralsız şekilde dağıtılan işletme ruhsatları, açılıp kapatılan müdürlükler, yapılan şüpheli atamalar, denetimden kaçırılan imar ve işletmecilik uygulamaları, Orman İşletmeleri’nin, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün ve Milli Emlak’ın herhangi bir kentsel duyarlılık göstermeden dağıttığı izinler, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın “yapı kayıt belgeleri”, Koruma Kurulu’nun çeşitli gerekçelerle verdiği yıkım ve yapılaşma izinleri ve Adalar’ın yakın geçmişine damga vuran talan kültürü ilçenin doğal ve tarihsel mirasını hızla eritiyor. Bu süreç Adalar’ı son yıllarda gözle görünür şekilde saran turizmin ağırlaşan etkileriyle birleştiğinde tarihsel nüfusu son yüzyıl içinde tamamen uzaklaştırılmış, tüm kültürel değerleri erozyona uğramış ilçedeki çöküş artık gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiş durumda.
Tüm bunlar yaşanırken çeşitli “sivil girişimlerin” çözüm adına sunduğu çeşitli projeler ve bu projelere kaynaklık eden düşünce biçimleri de sosyal ve ekonomik gerçekliğin dışında birer kendini gösterme aracı olmanın ötesine geçmiyor. Bu tür girişimlerin ya da proje gruplarının sosyal ya da kişisel sermaye, kariyer, itibar, statü, proje vb. kazanmak gibi amaçlarla yürüttüğü çalışmalar ve girişimler Adalar’a egemen olan politik ve ekonomik güç, patronaj ve yanaşmacılık ilişkilerinin gölgesiyle damgalanıyor.
Çıkar odaklı ağların kamu kurumlarından sivil oluşumlara, siyasal partilerden yerel internet gazetelerine kadar her alanda boy attığı bu manzaranın gerisinde ise Adalar’ın yaklaşık 30 yıldır yaşadığı “sayfiyenin tasfiyesi” süreci bulunuyor. Adalar’ı ağırlıkla Rum nüfusun yaşadığı küçük birer balıkçı köyü ve inziva-tecrit bölgesinden 19. ve 20. yüzyıl boyunca önce soylulaştırılmış bir sayfiye bölgesine, son 40 yılda ise turistikleştirilmiş bir “kentsel sömürge”ye dönüştüren gelişmeler dizisi İstanbul’un geçirdiği dönüşümle yakından ilgili.
İstanbul’un neo-liberal dönüşümü ve sayfiyenin kaybı
İstanbul Adaları’nda yaşanan süreci, kentin diğer sayfiye bölgelerinde olduğu gibi bir görece uzun bir ürece yayılan bir “kentselleşme” süreci değil, doğal, kültürel ve tarihsel yaşamın hızla talan edilmesine dayanan bir “kentsel sömürgeleştirme” hareketi haline getiren gelişmeler, büyük ölçüde İstanbul’un son yıllarda geçirdiği neo-liberal dönüşümle bağlantılı.
1980’li yıllara kadar “sosyal devlet” ve “sosyal belediyecilik” uygulamalarının egemen olduğu bir tarihsel kesitte yaşanan ve bu nedenle kimi sosyal tamponlar ve görece düşük profilli bir kentsel yıkım sürecinin damga vurduğu kentleşme süreçleri, günümüzde özellikle İstanbul’da artık mega ulaşım, konut ve enerji projelerinin tetiklediği dizginsiz bir sosyal ve kentsel yıkım sürecinin eşlik ettiği sermaye yatırımlarının hakimiyetinde yaşanıyor.
Son dönemde İstanbul’u bir transit-turistik merkez olarak yeniden inşa etmeye yönelik olarak alınan havalimanı, kurvaziyer liman, otoyol, kanal gibi kararlar ve kentsel merkezlerin bu kararlara paralel olarak çözülmesi-dağıtılması, kentin çeperinde devasa beton bloklardan oluşan uydu kentlerin yaratılması gibi büyük kentsel-mekânsal sonuçlar üretiyor. Yalnızca Taksim, Karaköy, Bakırköy, Eminönü gibi geleneksel merkezler açısından değil Maslak-Sarıyer, Küçükçekmece-Esenyurt-Beylikdüzü, Ataşehir-Maltepe-Tuzla gibi koridorlarda da yıkım ve dönüşümle paralel bir şekilde ilerleyen yeni kentleşme dinamiği, kent çevresindeki doğal ve tarımsal alanları da hızla tasfiye ediyor. Bu süreçte fiziksel sınırlarla ya da çeşitli yasalarla günümüze kadar korunmuş sayfiye ya da doğal yaşam alanları da bir tür kentsel kıskaç altında eziliyor.
Günümüzde tamamen kentsel merkez içinde kalan Sulukule, Ayazma, Tarlabaşı gibi mekânların tümüyle “temizlenerek” turistikleştirildiği ve yatırım alanları olarak yeniden kurgulandığı bu süreçte geçmişte kent merkezine uzaklığı nedeniyle kısmen korunabilmiş olan Şile, Ağva, Riva, Polonezköy, Göktürk, Adalar gibi bölgeler birer “rekreasyon ve turizm alanı” olarak yeniden tanımlanarak sermaye yatırımlarına açık hale getiriliyor. (1) Kent merkezine fiziksel açıdan uzak eski sayfiye bölgelerindeki bu yeniden işlevlendirme süreci, doğal ve sosyal dokunun tahribi, mekânın ve doğanın ticarileştirilmesi, kültür öğelerinin müzeleştirilmesi, “miras mekanları” adı altında mahallenin turistikleştirilmesi gibi sonuçlar üretiyor. Bu gelişme süreci yalnızca politik ya da bürokratik merkezlerden alınan kararlarla değil aynı zamanda yerel aktörlerle kurulan paylaşım ağlarıyla birlikte yürüyor.
Bu hızlı yıkım ve dönüşüm süreci kamu tarafından yürütülen kentsel planlama uygulamalarında da kendini hissettiriyor. Özellikle 2000’li yıllardan itibaren artık “mikro planlama”, “sürdürülebilirlik”, “koruma-kullanma dengesi”, “kent pazarlaması” (urban marketing), “turizm taşıma kapasitesi” (tourism carrying capacity) “rekreasyon fırsat spektrumu” (recreation opportunity spectrum) gibi kavramlar doğa-kentsel yıkımı meşrulaştıran bir dizi uygulamaya altlık oluşturuyor. (2)
Bu neo-liberal paradigma kentsel mekânı ve doğayı barındırdığı ilişkiler içinde kendini her gün yeniden tanımlayan ve yaşayan birer orman, koru, sahil, mahalle, ada olarak değil, statik birer proje, planlama ve yatırım alanı olarak gören, sermaye ilişkilerinin de dahil olduğu teknik-bürokratik bir uygulama alanı olarak ele alıyor. Neo liberal kent kurgusu açısından artık kenti kimlerin ve hangi partilerin yönettiği bu dönüşümün şiddetini ve hızını belirlemek dışında bir öneme sahip değil. Bu çerçevede günümüzde kentsel planlama ve mekânsal kullanımı kararları kentsel ranta ve doğal yaşam alanlarına ekonomik, siyasal ya da simgesel bir “derinlik” kazandırılması arayışı içinde kimlerin hangi ilişkiler içinde ne tür imkanlara sahip olduğuyla ilgili bir meseleyken bu süreçte “katılım” ya da “denetim” kentsel bürokrasinin birer işlevi haline dönüşüyor. Koruma Kurullarının, bakanlıkların ya da belediyelerin
Büyük bir dönüşüm süreci yaşayan İstanbul’un 5-6 kilometre uzağındaki Adalar’ın ya da çeşitli koruma kararlarıyla bugüne kadar şu ya da bu şekilde korunan diğer sayfiye bölgelerinin bu büyük dönüşümden nasıl etkilendiğine biraz daha yakından bakmak için İstanbul sayfiyelerinin dönüşümüne ayrı bir parantez açmak gerekiyor.
Sayfiye’nin kıskacı: Kentleşme mi, turistikleşme mi?
İstanbul’da sayfiyeler 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zenginleşen Osmanlı bürokrasisinin, elitlerin, aristokrasinin, ticaret, sanayi ve bankacılık yoluyla zenginleşmiş yeni burjuvazinin kendi soyut temsilini ve yaşam deneyimini yaratacağı güvenli bölgeler arayışı içinde şekillendi. Geniş bahçeler içindeki evlerden ve köşklerden oluşan klasik Osmanlı sayfiyesi, kendi dönemi açısından ve mimari-mekânsal özellikleri bakımından batıdakine benzer bir şekilde modern ve toplumda yükselen yeni sınıfların kendini ifade ettiği bir kentsel doku olarak doğdu ve gelişti. Cumhuriyet dönemi bu dokuya büyük bölümü parti, devlet ve ordu içinde yükselen yeni bürokratların yazlıklarını, kamu ve özel sektöre ait yaz kamplarını, deniz banyo ve plajlarını, mesire alanlarını ve parkları ekleyerek sayfiyeyi aynı zamanda bir karşılaşma, buluşma ve en önemlisi yeni rejimin gösterim mekânı olarak yeniden işlevlendirdi.
Bu süreç boyunca İstanbul ve yakın çevresindeki sayfiye bölgelerinin bir kısmı 1950’lerdan itibaren artan gecekondu yerleşimlerinin baskısı altında birer banliyöye dönüşürken, bir bölümü de doğrudan kent merkezine bağlanarak orta üst sınıfların yeni yerleşim bölgeleri haline geldiler. Boğaziçi köylerinin (Yeniköy, Arnavutköy, Tarabya, İstinye, Kanlıca, Beykoz, Büyükdere vb.), Anadolu yakası (Bağdat Caddesi Erenköy, Suadiye, Caddebostan, Maltepe, Dragos vb.) ve Avrupa yakası (Yeşilköy, Florya, Bakırköy, Büyükçekmece vb.) sayfiyelerinin kent tarafından yutulması ve orta üst sınıfların konut-ticaret alanlarına dönüşümü ise büyük ölçüde 1980’li yıllarda tamamlandı. (3)
1980’lerde tamamlanan bu dönüşüm “sosyal devlet” ve sosyal belediyecilik uygulamalarının şu ya da bu şekilde egemen olduğu yıllarda sayfiyeden kentleşmeye doğru görece yumuşak biçimlerde geçilmesine neden oldu. Yeşil alanların, rekreasyon bölgelerinin, parkların ve kıyı kenar çizgilerinin büyük ölçüde korunduğu, planlama ilkelerine asgari ölçüde de olsa uyulan bu süreç, geleneksel sayfiye alanlarını uzun sayılabilecek bir tarihsel süreçte eritti ve kentin yuttuğu eski sayfiyelerin yerine İstanbul kent merkezine kıyasla ötelenen Şile, Ağva, Kilyos, Çınarcık, Erdek gibi yeni sayfiye bölgeleri oluştu.
Yarım yüzyıl kadar süren bir süreçte peşpeşe gelen göç ve kentsel dönüşüm dalgaları eski sayfiye bölgelerinin tarihi, yerel, kültürel ve doğal dokusunu yerinden sökerek yeniden yapılandırdı. Osmanlı-Cumhuriyet dönemi sayfiyesi, neo-liberal kentleşme süreçlerinin egemen hale gelmeye başladığı 1980’li yıllarla birlikte tüm toplumsal ve mekânsal öznelerini ve özelliklerini kaybetti.
1980’lerden itibaren ANAP döneminde başlayan neo-liberal yerel yönetim uygulamalarıyla hızlanan kentin dönüşüm süreci büyük ölçüde kent, mekân, doğa yağmasına ve ticaret-inşaat sermayesine dayanan yeni bir ekonomik rasyonaliteye yaslandı. Bu dönüşüm kenti ve kentsel rantı yeniden tanımlarken, sayfiye’yi ve sayfiyeyinin dayanak noktası olan mahalleyi yıkan, kırsal üretim dinamiklerini ve yazlıkçı-kışlıkçı ilişkisine dayanan geleneksel ekonomiyi silerek onun yerine turizm-ticaret ekonomisinin yapay mekanlarını, “beach’leri, dolgu alanlar üzerine kurulan “kulüpleri”, süpermarketleri, “piknik, park ve rekreasyon alanlarını”, destinasyon, tur ve gezi programlarını koyan bir mekânsal turistikleştirme süreciyle kolkola ilerledi. Zaman içinde kentsel ve doğal mekanlardan edinilen ticaret kazançlarının ve perakende zincirlerinden elde edilen ranta dayanan sosyal ilişkilerin egemen olduğu bu dünyada sayfiye, gerçekte var olmayan ancak tarihsel, nostaljik ve pazarlanabilir bir varlık haline geldi. Adalar, İstanbul’da bu durumun en çarpıcı biçimde yaşandığı, beachleri, perakende zincirleri, piknik alanları, faytonları, orman işletmeleri vb. ile deyim yerindeyse laboratuvar niteliği taşıyan bölgelerden biri oldu.
Dipnotlar:
- Dönüşüm süreci hakkında bkz. Kurtuluş, H. ve Türkün, A. (2005)İstanbul’da Kentsel Ayrışma: Mekansal Dönüşümde Farklı Boyutlar, Bağlam Yay., İstanbul.
- Ayrıntılı bir özet için bkz. Kostopoulou, S. Ve Kyritsisstella,(2006) A Tourism Carrying Capacity Indicatorfor Protected Areas,Anatolia: An International Journal of Tourism and Hospitality Research Volume 17, Number 1, pp. 5-24 ve Buckley, R., (1999)An Ecological Perspective on Carrying Capacity, Annals of Tourism Research, Vol. 26, No. 3, pp. 705-708,
- Türkiye’de sayfiye kültürü ve dönüşümü hakkında hayli renkli ve detaylı incelemeler barındıran bir derleme için bkz. Bora, T., (1997), Sayfiye: Hafiflik Hayali, İletişim Yay. ve Yağan, N.B., Sayfiye’nin Dönüşümü