Yeni belediyecilik hareketleri – Eleanor Finley
Eleanor Finley*
(Gazete Karınca)
Çok kısa bir zaman önce Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanlık için gayrimenkul kralı Donald Trump’ı seçeceği düşüncesi imkansız görünüyordu. Ancak şimdi bu imkansız önermenin gerçeklemesiyle vizyoner düşünceler için de yeni bir alan açılmış oldu. Donald Trump’ın başkanlık için seçilmesi mümkün oluyorsa başka hangi imkansız olaylar gerçekleştirilebilir?
Bugüne dek Trump’a karşı muhalefet toplu gösteriler ve sokak protestolarıyla ifade edildi. 2.9 milyon kişi Trump’ın yemin töreninin olduğu gün ABD’nin çeşitli bölgelerinde onlarca şehrin sokaklarında yürüdü. Kadın Yürüyüşü ve Bilim Yürüyüşü’nde de olduğu gibi bu dönüm noktaları insanlara duygusal arınma, dayanışmayı ifade etmek ve ortak değerleri anlamak için çok ihtiyaç duyulan fırsatları sunuyor. Ancak protesto olarak bunların sınırları doğası gereği belli. Özellikle de toplumumuzun aşırı derecede ihtiyaç duyduğu kurumların kökünden dönüştürülmesiyle ilgili bir program ortaya koymakta başarısız.
Trump’a karşı olan halk tabanı ve belediyecilik biçimleri de oldukça göze çarpan seferberliğin altında şekil alıyor. ‘Sığınak şehirler’ içerisinde yer alan toplum temelli örgütler, dini gruplar, avukatlar, işçi merkezleri ve konuyla ilgilenen vatandaşlar, sınırdışı edilme tehdidi altında yaşayan göçmen ailelere destek vermek için ‘kriz ağı’ oluşturuyor. Büyük ölçüde mahalleden mahalleye esasında yapılanan bu projeler, siyasal katılıma ilişkin baskın varsayımlara meydan okuyor ve vatandaşlığın gerçekte ne anlama gelmesi gerektiği ile ilgili o can alıcı soruyu soruyor.
Aynı zamanda belediye başkanları ve şehir yetkilileri, Trump’a karşı en çok ses çıkaran muhaliflerden bazıları olarak ortaya çıktı. Bu yılın Haziran ayında ABD’deki en büyük on şehrin dokuzunun belediye başkanının da dahil olduğu neredeyse üç yüz belediye başkanı, ABD Başkanı’nın isteklerine riayet etmedi ve Paris İklim Anlaşması’na bağlı kalacaklarını açıkladı. Bu açıklamaların siyasi başkaldırının samimi bir eylemi olarak mı yoksa kariyerlerinde ilerlemeyi hedefleyen bölge seçkinlerinin yapmacıklığı olarak mı değerlendirileceği ise konu dışı. Asıl önemli olan, benzeri görülmemiş siyasi çalkantıların yaşandığı bir dönemde insanların aşırı sağ rejimin isteklerine göre hareket etmektense nerenin vatandaşları olurlarsa olsun insanların toplulukları adına hareket etmesi için yerel yetkililere çağrıda bulunması. İnsanlar, kendi belediyelerine siyasal eylem ve ahlaki otorite yeri gözüyle bakıyor.
Belediyeci alternatifi
Bu olan bitenin tam ortasında, küçük gruplardan oluşan şehir patformları ABD şehirlerinin ve belediyelerinin işleyişini dönüştürme hedefiyle ortaya çıktı. Bu belediyecilik deneyimleri, toplumsal hareket ve yerel yönetimin arasındaki sınırları bulandırarak topluluğun tamamını ilgilendiren sorunlara sosyal adaletçi ve ekolojik çözümler talep eden mevcut belediyeler ve bölgeler temelinde bir araya geliyor. Ancak ortak gündemleri ilerici partileri göreve getirmekten çok daha fazlası. Siyasal eğitimin, tabandan hareketin ve reformun birleştirilmesi yoluyla belediyeler karar verme gücünü vatandaşların eline geri vermek için sabırla çabalıyor. Belediyecilik, yerel yönetim için basitçe yeni bir strateji değil; sosyal özgürlüğe ve devletsiz demokrasiye giden bir yoldur.
Liberteryen belediyecilik
‘Belediyecilik’ teriminin kendisi 1980’lerde sosyal teorisyen ve filozof Murray Bookchin tarafından ortaya konan ‘liberteryen belediyecilikten’ geliyor. Bookchin, ‘liberteryen’ kelimesini kullanarak kelimenin on dokuzuncu yüzyıl anarşizminde kullanıldığı asıl anlamına atıfta bulunuyor. Bookchin görüşlerinde, ‘özgürlük’ ve ‘bağımsızlık’ gibi başlıca kavramların yanlış bir şekilde sağ görüş tarafından yıkıldığını ve bu kavramları kendilerine mâl ettiklerini; bu kavramların solcular tarafından tekrar sahiplenilmesinin zamanının geldiğini belirtiyor. Bununla birlikte ‘liberteryen’ terimi çoğu yeni belediyecilik deneyiminde kullanılmıyor. Yakın geçmişte Katalan yurttaşların platformu olan Barcelona en Comú, İspanya’da yer alan Katalonya’daki siyasi projesinin bir parçası olarak belediyeciliği halka yaydı. Onların belediyecilik anlayışı aynı zamanda kontrolden çıkan turizme ve kentsel gelişime karşı savunma için bir araya getirdikleri kaynakların ortak olma teorisi ve pratiği ile de yakından ilintili.
Belediyecilik, toplumun temelindeki sorunun bizlerin güçsüz kılınması olduğundaki ısrarıyla ayrışır. Kapitalizm ve devlet sadece olağandışı maddi ıstıraba ve eşitsizliğe neden olmaz; hayatlarımızda ve topluluklarımızda anlamlı bir rol oynama becerimizi elimizden alır. Karar verme gücünü ele geçirerek amaçlarımızın bilincinde olmaktan ve insanlığımızdan mahrum eder; bizi ‘anlamdan’ yoksun bırakır.
Belediyecilerin bakış açısına göre çözüm doğrudan demokraside yatar. Buna ulaşmak için de devletin popüler meşruluğunu aşındırarak ve iktidarı insanların yüz yüze görüştüğü meclislere ve konfederasyonlara dağıtarak eski toplumun kabuğu içerisinde yeni bir toplumu kurabiliriz. Bu da insanların akıllı olduklarına ve bir şeylerin değişmesi için istek duyduklarına dair inanca sahip olma anlamına geliyor. Bookchin kendi kelimeleriyle şöyle diyor; liberteryen belediyecilik ‘insanların ulus devletinin büyüyen güçlerini kelepçelemek için duyduğu hakiki demokratik arzuyu önceden varsayar’. İnsanlar, kendi ihtiyaçlarının uzmanı olmalıdır ve olmak da zorundadır.
Ancak kendisini belediyeci planlarla ilişkilendiren her hareket kendini böyle anmıyor. Örneğin Kürt özgürlük hareketi, ‘‘demokratik konfederalizm’’ adı altında çok benzer bir modeli savunuyor. Bookchin’in kendisi de 1871 Paris Komünü ve kendi görüşleri arasındaki yakınlığı vurgulamak için sonradan ‘komünalizm’ kelimesini kullanmaya başladı. Görünürde dünya üzerinde yer alan her bölge ve kültür; halk meclislerinin, kabile demokrasisinin ve devletsiz özyönetimin tarihi mirası söz konusu olduğunda zengindir. Asıl soru bu mirası nasıl hayata döndüreceğimiz ve toplumun geri kalanları üzerindeki devletin ve kapitalizmin hakimiyetini aşındırmak için bunları nasıl kullanacağımızdır.
Şehirlerin rolü
Belediyeler, ilçeler, kasabalar, köyler ve mahalleler yetki veren politikaların neler başarabileceğini gösteren fiziksel bir ölçek sunuyor. Tarihsel açıdan şehirler, kültürler arası etkileşime teşvik ederek farklılıklara olanak sağladı ve insanları bir araya getirdi. Doğasından gelen bu özellik ise şehirleri insancıl duyarlılık ve buna bağlı olarak da radikal potansiyelle dolduruyor. Hannah Arendt’in de dediği gibi; ‘siyaset, insan çoğulluğu gerçeğinin üzerinden kurulmuştur’. Şehirler, birçok farklı insanı birbirine örerek günlük yaşamın zengin dokusunu oluşturuyor.
Şehirlerin korkusu ve güvensizliği Trump’ın aşırı sağ hareketinin asıl dayanağı oldu. Trumpçılar göçmenlerden, siyahilerden ve cinsiyet normlarıyla oynayanlardan ürküyor; acımasızca büyüleyen şehirlerin simgelediği elitlerden, siyasal hakimiyetten ve geçim güvencesizliğinden korku duyuyor. Karikatürlerden oluşan dizinin tamamı, çöken kozmopolitanizmin sonunun kötü bir şey olacağının sezildiği tek bir görüntüde bir araya geliyor.
Bu düşmanlıklar, başlıca metropol yerlerinde görünen şiddetli eşitsizlikleri daha da kötüleştiriyor. ‘‘Soylulaştırma’’, ABD içerisinde gerçekleşen kitlesel yerinden edilmeyi anlatmanın yanına bile yaklaşmıyor. San Fransisco’da küçük ve mütevazı bir evin fiyatları 3.5 ile 4 milyon dolar arasındayken sıradan tek yatak odalı evlerin aylık kiraları 3.5 ile 15 bin dolar arasında değişiyor. Teknoloji bilyonerlerinin parlayan kulelerinin altındaki çadırdan köyler, otoyolların alt geçitlerindeki betondan sütunların arasında sıkışıp kalıyor. Çalışan fakir insanlar da çok az sokak hayatı olan ve çoğu zaman hiç toplu ulaşımı olmayan izole edilmiş kenar mahallere kovuluyor.
Avrupa’daki hareketler kent sakinlerinin ‘şehir hakkını’ korumak için çağrıda bulunurken, ABD’de bizler, sıradan insanların kent peyzajına nasıl dahil edileceğini anlamaya çalışma durumundayız. Kapitalizm, biçimsiz Amerika şehirlerinin doğuşuna neden oldu. Gözalabildiğince geniş ve çıkıntılı şekilleri kapitalist sosyal ilişkilerdeki yabancılaşmayı ve acizliği taşıyor. Son yıllardan kalan az sayıdaki yaşanabilecek alan da yüksek montanlı finans ve emlak tarafından yutuldu. Kent hayatının biçimsiz hale gelişinin dışa doğru genişlemesi sonucunda tarım alanları otoparklara, ailelerin işlettiği dükkanlar Walmartlara ve birbirine kenetlenmiş kırsal topluluklar donuk banliyölere dönüştü.
Belediyecilik, gücü insanlara geri vererek kırsal bölgelerde yaşayan çalışmakta olan insanların ve şehirde yaşayanların şehirlere duyduğu güvensizliğe yönelik eğilimle başa çıkabilir. Belediyeciler, insanlıkdışı olan fiziksel ve maddi karakteristiklerini dönüştürmek için şehirler içinde programlar geliştirebilir. Belediyeci gündem kent bölgelerini sadece alışveriş için kullanılan alanlar olarak değil; insanların yaşadığı alanlar olarak tekrar sahiplenmek için arayış içine girecektir. Kent ve banliyö bağlamında belediyeciler, darkafalılıktan ve suistimalden yoksun adem-i merkeziyetçilik ve devletten bağımsızlık vizyonu sunabilir. Doğal kaynakların çıkartıldığı endüstrilere olan kırsal bağlılıklar da yerel ve yurttaş karar alma eylemine bağlı olan hayatın ekolojik yönleri sunularak kırılabilir. Bunlar kolay görevler değil, ancak şiddetle ihtiyaç duyduğumuz bütünsel sosyal değişim için gerekli olan şeyler.
Belediye gücü için örgütlenme
ABD’de bugünkü belediyecilik hareketi bir fide gibi. Küçük, narin, taze ve potansiyelle doldu. New Yok veya Chicago gibi büyük şehirlerde solcu liderlik arayışında olsak da yeni belediye liderlerinin kökenleri Jackson, Mississippi ve Washington’daki Olympia’nın da aralarında olduğu daha küçük şehirlere dayanıyor. Belki de bu bizi şaşırtmamalı. Büyük şehirler asıl sakinlerinden ve karakterinden yoksun bırakılırken küçük ve orta ölçekli şehirler komünal etkileşim ve örgütlenme için daha çok fırsat sunuyor.
Bu yaz Cooperation Jackson, Seattle Neighborhood Action Councils (NAC), Portland Assembly, Olympia Assembly ve Burlington’da yer alan Genese Grill’s District City Councilor gibi birçok belediye projesinde yer alan liderler ile tanışma fırsatı buldum. Bu aktivistler çok yönlü analizler ortaya koydu, zorlayıcı sorular sordu ve örgütlenme için yenilikçi yaklaşımlarını paylaştı. Ancak benim en çok dikkatimi çeken; hedefinde insanların hayatlarını iyileştirmenin olduğu sağ duyulu politikalarla dolu ütopik fikirleri dile getirmedeki becerileriydi. Siyasal istekleri dikkate değerdi ve bu istekleri halkın gücünün zorlu sosyal sorunlara daha iyi çözümler sunabileceği inancına dayanıyordu.
Seattle’da Neighboorhood Action Coalition (NAC) Trump’ın seçilmesinin ardından oluşturuldu. Diğer birçok Trump karşıtı grupta olduğu gibi NAC’ın da asıl amacı nefret suçları hedefindeki grupların korunmasını sağlamak ve onlara acil hizmet sunmak. Ayriyetten NAC, Wall Street’i İşgal Et hareketinde olduğu gibi büyük ve dağınık ‘genel kurullar’ yerine Seattle’ın on civarındaki ilçesine göre uyarlanmış bölümlere ayrılıyor. Her mahalle kendi eylemlerini seçmek için yetkilendiriliyor ve birçok grup kapıdan kapıya giderek yaptıkları kampanyalarla zaman içinde gelişme gösterdi.
NAC, yurttaşlar ve şehir yetkilileri arasındaki buluşmaların yeni biçimlerini de yaratıyor. Seattle’da şu an görevdeki başkanının katılmadığı bir belediye seçimleri dönemi yaşanıyor. NAC da bu nedenle adayların yurttaşlar tarafından kaleme alınmış sorulardan seçilenlerle sınandığı ‘Candidate Jeopardy’’ adında ‘belediye binası dizisine’ ev sahipliği yapıyor. Yarışma programı Jeopardy’de olduğu gibi burada da adaylar kolaydan zora sıralanan soruları seçmek zorunda. Seattle Weekly’de yer alan etkinlik çağrısında şöyle yazıyor; ‘’Kimler kolay tarafta yer alan soruları, kimler zor olanları seçecek? 2017 Seçimleri’nde bizim Ken Jennings’imiz (Jeopardy’de ünlü bir yarışmacı) olacak mı? Gelin ve öğrenin!’’
NAC yakın bir zamanda belediye ofisinde tanıdık bir yüzle karşılaşabilir. Seçim yarışını önde götürenlerden Nikkita Oliver, yerel yetkililerin topluma karşı sorumlu olduklarını anlatan programıyla adaylığını koymuş bir Siyahların Yaşamı Değerlidir aktivisti. Kazandığı taktirde Seattle’daki durum, radikal barınma hakkı aktivitisti Ada Colau’nun belediye başkanlığını yaptığı Barcelona’yı andırmaya başlayabilir.
Oregon eyaletinde yer alan Portland sehrindeki Portland Assembly de benzer bir ‘’söz alma konseyi’’ modeli kullanıyor ve yeni üyeleri Portland’daki mahalle örgütlerine dahil ediyor. Şu an tüm şehri kapsayan evsizler için birlik kurmak için çalışıyorlar; polis teşkilatının radikal iyileştirmesini savunuyorlar. İlkbaharda Portland Assembly’nin yanında olan bir grup, ‘’Portland Anarşist Yol Bakımı’’ projesiyle gazetelerin manşetinde yer aldı. Rekor seviyede soğukların yaşandığı kışın ardından aktivistler, ‘’Kara Blok’’** benzeri bir giyimle (ağzı saran siyah bandana ve kıyafetler) şehrin sokaklarına çıktı ve çukurları onardı. Anarşist yol bakımı, devletsiz toplumu savunanların reaktif, yıkıcı ve yararsız olduğuna dair kanıyı altüst etti. Bu, aynı zamanda Kate Shea Bird’ün ‘’sert pragmatizmi’’ için de mükemmel bir örnek; küçük kazanımları, gerçek değişimin olası olduğunu göstermek için kullanmak.
Belki de Amerika’da şu an en büyük ve en çok umut vaat eden hareket Amerika’nın güneyinde yer alan bir yurttaş girişimi olan Cooperation Jackson. Nufüsun yüzde seksen beşinin siyah olduğu ve zenginliğin yüzde doksanının beyazların olduğu şehirde Cooperation Jackson, katılımcı ekonomik gelişme yoluyla halkın gücünü besliyor. On yıllar boyunca Cooperation Jackson ve geçmiş diğer tecrübeler, demokratik ekolojik üretim için oluşturulan girişimlerden ve işçi kooperatiflerinden birlik oluşturmuştu. Bu ekonomik ‘üs’ ise projelerin önceliklerini kapsamlı bir biçimde kararlaştıran halk meclisleriyle bağlantılı hale getirilmişti.
Seattle’daki NAC’ta olduğu gibi Cooperation Jackson da yerel seçimlere ve şehir yönetimine dahil oluyor. Mississippi eyaletinde bulunan Jackson şehrinin Belediye Başkanı Chokwe Antar Lumumba, ünlü siyahi radikallerin içinde yer almış bir aileden geliyor ve bu hareketle yakın ilişkileri var. Lumumba, Cooperation Jackson girişiminin 3D yazıcı ve dijital üretim alanında uzmanlaşan halka açık toplum merkezi olan ‘Mahalli Üretim Merkezi’ açması için destek veriyor.
Belediyeciliğin devrimci potansiyeli
Bunlar ABD’de gerçekleşmekte olan belediye deneyimlerinin sadece birkaçı. Bu girişimler, devrimci demokratik hareketin doğuşunun işareti mi ve bizleri faşizmin dişlerinden kurtarıp multikültürel, feminist ve ekolojik bir toplum için var olan potansiyelimizi hayata geçirebilecek mi? Belki. En azından hepimiz öyle olacağını umut etmeliyiz. Gerçekten de ırkçılık karşıtlığının, feminist özgürleşmenin, ekonomik adaletin ve doğrudan demokrasinin iç içe geçtiğinin kabul edilmesiyle yeni bir belediye paradigması oluşuyor. Bu paradigma için yaşanan coşku, insancıl bir bakış açısına sahip olmak için çevrelerinde gördüklerinden cesaretlenen farklı bir sürü insanın yaşadığı şehir seviyesinde gelişiyor.
Yine de belediyecilerin temkinli ve dikkatli olmaları için nedenler var. Radikal solcular, tabanın siyasete katılımının zeminini oluştururken MoveOn ve Indivisible gibi liberal ve ‘ilerici’ reform örgütleri bu enerjiyi emmek ve parti siyasetine yönlendirmek için hazırda bekliyor. ‘’Katılımcı demokrasi’’ gibi muğlak terimler ‘’radikal’’ ve ‘’devrimci’’ terimlerinden rahatsızlık duyan insanları kendilerine çekmek için etkili araçlar. Ancak bu insanlar güvenilirliğini bitirmiş, şimdi de gözünü şehir ve belediye seçimlerine diken Demokrat Parti gibi kurumlar tarafından sömürülebiliyor.
Nitekim ‘’ilerici’’ hareketlerle ortak girişimde bulunmak kimera*** benzeri bir şeye yol açacaktır. Bir taraftan belediye kampanyalarında ve siyasete yeni atılanlar için giriş noktası olarak önemli bir müttefik olabilecekleri gibi, halk hareketinin sonunu da getirebilirler. Devlet merkezli planlar başarısızlığa uğradığında da insanlar kızacak ve hayal aleminden çıkacak; hoşnutsuzlukları, onları muhtemelen sağ uç görüşlere destek vermeye yönlendirecektir.
The Nation Dergisi’nin neşeli bir şekilde aktardığı gibi bir ‘’büyük şehir ilerlemeciliğine’’ ihtiyacımız yok. Herkese özgürlük ve bolluk sunan hayatın hiyerarşisiz bir türüne ihtiyacımız var. Bugünkü belediye hareketleri için bu, şu anlamları taşıyor:
- Şehrin değerini şu an olduğu üzerinden değil, nasıl olabileceği üzerinden belirlemeliyiz
Yurrtaşlık düşüncesine yeni bir anlam yüklemeliyiz ve devletin bürokratik onayına bağlı olmayan, belediye toplulukları içerisinde katılıma dayalı radikal yurttaşlık çağrısında bulunmalıyız - Her ne kadar karizmatik veya iyi niyetli olurlarsa olsun, sahip oldukları gücü sonlandırma gayretinde olmayan yardımsever belediye başkanlarına ve diğer kişiliklere güven duyma çekiciliğine direnmeliyiz.
Devrim sabır gerektiren bir iştir. Hiçbirimiz muhtemelen aradığımız devrimi görecek kadar uzun yaşamayacağız. Ancak elimizde düşündüğümüzden daha fazla kullanıma hazır araç var. Amerika Birleşik Devletleri’nin kendi mitolojisi adem-i merkeziyetçileşmeden biri. ‘’Üçüncü Devrim’’ isimli kitabında Murray Bookchin, Amerika Devrimi sırasında New England kırsalındaki ‘üs’ten kendini kurtaran halk meclislerini ve bu meclislerin Güney’deki kolonilere yayılışını aktarır. Konfederasyon Maddeleri ve İnsan Hakları Beyannamesi de halkın baskısı sonucunda oluşturulmuştu. Konfederal düşünce de toplumumuzun en muhafazakar gözüken insanlarının aklında hala ısrarla yer etmeye devam ediyor.
Günümüzde çoğu insan hükümetleriyle ilgili yapılabilecek hiçbir şey olmadığına inanıyor. Ancak bu düşünce gerçekten çok uzak. Trump’ın zaferinden edindiğimiz acı tecrübe; değişimin – daha iyiye ya da daha kötüye doğru – insan ilişkilerindeki tek sabit şey olduğudur. Bilim kurgu ve fantezi yazarı Ursula K. LeGuin’in de etkili bir şekilde ifade ettiği gibi; ‘’Kapitalizm içerisinde yaşıyoruz. Kapitalizmin gücünden kaçılması imkansız görünüyor. Ancak krallara verilen ilahi hak da öyle görünüyordu. İnsan gücünün her türüne karşı direnilebilir ve her türü insanlar tarafından değiştirilebilir’’. Belediyeci hareketi küçük olabilir, fakat potansiyeli devrimci.
Çeviri: Tolga Er
Gazete Karınca / http://gazetekarinca.com/2017/07/yeni-belediyecilik-hareketleri-eleanor-finley/