Bu ne acayip bilmece!
Ne gündüz biter, ne gece.
Kime söyleriz derdimizi;
Ne hekim anlar, ne hoca.
“Pireli Şiir”, Orhan Veli
Başak Deniz Özdoğan
Adalar’da, 19 Aralık 2019 günü, önce 81 atın ve sonra 24 atın daha ruam hastalığı nedeniyle öldürülmesinin ardından hayvan hakları savunucuları, İBB Saraçhane önünde bir Yaşam Nöbeti tutmaya başladı[1]. Hala sürmekte olan bu nöbetin talebi çok net; faytonların koşulsuz şartsız kaldırılması ve atların yaşam haklarının derhal sağlanması. Hem fayton karşıtı mücadelenin baskısı hem de yetkili kurumlardaki siyasilerin sonunda inisiyatif almalarıyla, 16 Ocak 2020’de İBB tarihi bir Meclis kararına imza attı: Faytonlar, uzun yıllara yayılmış bir mücadelenin sonunda tamamen kalkıyor gibi görünüyor.[2]
Öte yandan, bugün Adalar’ın ranta açılmasında önemli payı olan bir sektörün kaldırılmasını talep etmek karşılığında ise faytona karşı mücadelenin bileşenleri, kendi yoldaşları bildikleri bazı kesimlerin akıl almaz direniş kırıcı söylemlerine ve suçlamalarına maruz kalıyorlar. Bu yazıda, kendini sol cenahta konumlandıran birtakım grupların, Aralık ayının ortasından beri yaşanan süreçte, çeşitli mecralarda dile getirdikleri direniş kırıcı ve hatalı akıl yürütmelerle dolu malumatfuruşluklarına değineceğiz. Ama öncesinde, hayvanların yaşam hakkını savunmanın neden ayrıca hayvan hakları konulu bir başlık altında değil ama adalet ve hak temelli mücadelelerinin pekâlâ da göbeğinde yer aldığını belli ki çok kısaca açıklamak gerekiyor.
Hayvan Hakları ve Sermaye
Dünya çapında 70 milyardan fazla hayvanın çiftliklerde et ve süt endüstrisinin kölesi olarak[3], 115 milyondan fazla hayvanın deney laboratuvarlarında doğup, gün yüzü görmeden büyüyüp deneye tabi tutularak[4] ve bilinmeyen sayıdaki hayvanın tüm yaşamlarını insanların yüklerini taşıyarak, tarla sürerek ve ulaşımın sağlanmasında kullanılarak geçirdikleri ömürleri neden yalnızca “hayvan hakları”nın konusu olsun ki? Dünyanın topyekûn yıkımına ve yok oluşuna tanık olduğumuz bu günlerde, tüm kaynaklarının hoyratça ve oburlukla yağmalandığı, petrol, maden ve otomotiv endüstrisinin dünyanın canına okuduğu, toprağı, ekosistemi, yaşama dair ne varsa delip geçtiği, hallaç pamuğu gibi oradan oraya fırlattığı bir zamanda, atların faytona koşulması neden bazıları için savunulması gereken bir krizin konusu oluyor?
Gerçekten düşünen biri, sorunun cevabını, köklerini sömürgecilikte ve sömürgecilik sonrası dünyanın sermaye temelli ilişkilenme biçimlerinde, emeğin tek bir sınıfın yararına temellük edilişinde, plantasyonlarda çalıştırılan siyah kölelerin zincir şakırtısında, sonra da kapitalist üretimin dişlilerine elini verip kolunu kaptıran emekçilerin devasa kalabalığında kolaylıkla bulabilirdi. Halbuki, bunun yerine fayton, bazı kesimler tarafından, geçmişe dair nostaljik bir öğe, mekanın dokusu ya da estetik vazgeçilmez bir unsur olarak savunulmaya devam ediyor. Geldiğimiz noktada ve bugün, faytonu savunmak, artık, hadi örnekleri bu coğrafyadan verelim, geçmişin güzel günlerini ya da tarihi dokuyu korumak değil, geçmişin “devşirmesini,” “Arap dadısını,” “besleme kardeşini,” “odalık cariyesini,” “hareme kapatılan kadınlarını,” “harem ağasını,” ya da “toprak ağasını” savunmak anlamına geliyor. Üstelik, bilindiği kadarıyla 2000 seneden fazla bir tarihi olan Adalar için, faytonlar üzerinden “tarihi doku” güzellemesi yaparak nostaljik düşlere kapılmak, büyük demografik dönüşümleri ve kıyımlarıyla tozu dumana katarak geçmiş bir 20. yüzyılı ve ulus-devletleşme sürecini görmezden gelmek ve en hafif tabirle uyanıkken aval aval düş kurmak demektir.
Küçük bir Google araştırmasıyla bile Adalar’ın imara değil ama turistik rantsal dönüşüme açılmasında özellikle Büyükada’da konuşlanmış mafyöz ilişkileriyle fayton sektörünün ne denli parmağı olduğunu görmek mümkün. 15 ile 80 Euro arasında değişen fiyatlarıyla fayton gezisi, yemek ve vapur dâhil paketiyle özellikle yabancı turistlere pazarlanan Adalar, hâlihazırda zaten iştahlı fikirlerin hedefinde değil mi? Yoksa birileri faytonun hala Kamran’ın Çalıkuşu Feride’ye aşkını ilan etmesini sağlayan araç mı olduğunu düşünüyor? Tüm bu rantsal ilişki ağının çözülüp Adalar’ın gerçekten bir parça sakinliğe ermesini sağlayacak fayton kullanımının yasaklanması, peki nasıl olur da endişeyle karışık bir akıl tutulmasının sonucunda şu hatalı çıkarıma varıyor: “Faytonlar kalkarsa Adalar imara açılır.” Hayvan hakları savunucularının meseleye “kestirmeci” yaklaştığını ve Adalar’ın “lastikli tekerlekli araçlarla” donatılmasına öncü olacaklarını beyan eden bir takım aklı evveller, fayton karşıtı mücadelede yan yana gelen bir dolu farklı grubun ortak üretimi tek bir satırı okumamış olmalılar. Çünkü, fayton karşıtlığında buluşan hayvan hakları, kent hareketleri ve ekoloji örgütlenmelerinin en önemli vurgularından birisini Adalar’ın dokusunun fayton sektörüyle zarar gördüğü gerçeği ve en önemli taleplerinden birisini de faytonlardan sonra Adalılar için sağlanacak ulaşım hizmetinin de kesinlikle motorlu lastikli araçlara bırakılmaması oluşturuyor. Gelgelelim, faytonlar varken dahi Adalar’ın imara açılması yönünde arayışlar son sürat devam ederken ve orman alanları, kıyılar, kamusal alanlar ve mimari önem taşıyan mekanlar hızla yağmalanırken, faytonların kaldırılmasıyla Adalar’ın imara açılması arasında ne tür bir ilişki olduğu varsayılıyor? Şüphesiz, ne doğrudan ne de dolaylı bir ilişki olduğu iddia edilemez. Hatta bu popülerlik arayışındaki inanışın basbayağı bir safsata olduğunu dahi söyleyebiliriz. İnsanların aklını alan ya da insanları aptal yerine koyan bir başka lâfazanlık örneğini ise geçenlerde yayınlanan şu yazıdan[5] doğrudan alıntılayıp birlikte inceleyelim:
“Ortada bir kanun var, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu. O kanun özetle diyor ki, “Adalar birinci dereceden sit alanıdır, ulaşım aracı atlı faytondur”. Adalar’daki ulaşımın atlı faytonla değil, “lastik tekerlekli araçlar” ile yapılması için yasanın değişmesi gerekiyor. İBB başkanının böyle bir karar verme yetkisi yok. Değil İBB başkanının, cumhurbaşkanının da yetkisi yok. Yasanın değişmesi veya bir Kanun Hükmünde Kararname çıkarılması gerekiyor.
Yasayı değiştirirler mi, değiştirirler. KHK çıkarırlar mı, çıkarırlar. Anlaşılan o ki, öyle veya böyle, karar alınmış ve öyle veya böyle, oldubittiye getirip istim arkadan gelsin diyebilirler.”
Merak edenler için kanunun linkini yavaşça yere bırakmadan evvel, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun Adalar’la ilgili değil, tüm kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili olduğunu söyleyelim: https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.2863.pdf Ve yine Kanun’un “Adalar’ın ulaşım aracı atlı fayton”dur cümlesini pek tabii ki içermediğini ve sırf faytonları savunmak uğruna yalan yanlış bilgi savurmanın kamuyu aldatmak olduğunu geçtik büyük ahlaki bir çöküntünün işaretçisi olduğunu da belirtelim. Eh, bırakalım da bu kifâyetsizliğe Ülkü Tamer cevap versin: “Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?/ Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.”
Üstüne üstlük aynı kesimlerin, bugün, faytonların kaldırılmasının söz konusu olduğu bu tarihi anda kendilerini konumladıkları pozisyon, “atları herkesten ve her şeyden fazla düşünenler” makyajıyla faytonun devam etmesini gayet anlaşılabilir nedenlerden savunan faytoncular ve fayton sektörünün hemen yanı başı. Hal böyleyken, her sene yüzlerce atın ruamdan ve aşırı çalıştırılmaktan telef olduğu Adalar’da atların iyiliğini düşünen kimsenin faytonların kalmasını savunması mümkün mü? Bu kesimlerin bu soruya verdikleri cevap, “mümkün” oluyor şöyle hatalı bir akıl yürütmenin sonucunda:
“Denetim ve veterinerlik hizmeti sağlanırsa atlara iyi bakılır böylece faytonun kaldırılmasına gerek kalmaz.” Sürekli kendini tekrarlayan bir kısır döngünün içinde yer alan bu sav ile, yukarıda çok kısaca açıklamaya çalıştığımız atların faytona koşulmasının kölelikle tarihsel bağlarını görmezden gelen bir sol siyasi pozisyon büyük bir cüretle ve dev bir yanılgıyla sahiplenilmiş oluyor. Üstelik, Adalar’da denetim talebi hayvan hakları savunucuları ve Adalılar tarafından yıllardır defalarca dile getirilmiş olmasına rağmen, bu talebin yıllardır karşılanmamasının sebebinin “turizm teşviği” olduğu nasıl es geçilebiliyor? Faytonculuk sektörü üzerindeki denetimsizliğin bir dolu rantsal siyasi ilişkiyle yakından ilgili olduğunu, Adalar’a at girişinin yasak olduğu bir zamanda dahi yukarıdan bir talimatla atların adaya sokulmasına izin verildiğini hatırlamayan var mı?[6] Ve son olarak, kâr odaklı her turistik fayton girişimi, denetimin ve standardizasyonun optimumda olması halinde dahi, mesela Roma[7], Philadelphia[8], Montreal[9], Quebec[10] ya da New York[11]’da olsun, atların aşırı çalıştırılmaları ve yere yığılmalarıyla son bulmuyor mu?
Aynı kesimlerin yanlış bilginin yayılmasına verdikleri ve artık kasıtlı olduğunu düşündüğümüz katkı, faytonlar giderse Adalar’ın imara açılacağına dair akıl dışı inançlarıyla, sözde atsever görünmeleriyle ve Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na uydurma maddeler eklemeleriyle de bitmiyor. Ruam salgınıyla ilgili raporların açıklanmadığı iddiası da ne yazık ki duruma dair süreçleri ya yeterince takip etmemekten ya da kötü niyetle bile isteye yanlış bilgi yayma isteğinden kaynaklanıyor. Bugün atlarıyla ilgili raporları görmek isteyen bir faytoncu Tarım İl Müdürlüğü’ne başvurarak bu raporlara erişebilir. Üstelik, ruamlı 81 atın sahipleri hakkında Adalar Kaymakamlığı tarafından Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan suç duyurularında da bu raporlar yer alıyor.
Bir diğer yanlış bilgi de, İstanbul Valiliği tarafından ruam kontrolleri ve 21 günlük karantina sürecini de içeren 3 ay boyunca atların faytonlara koşulmasını yasaklayan karar hakkında. Atların 3 ay süreyle faytona koşulmasını yasaklayan karar, yine kasti olarak “atların 3 ay süreyle kapatılacağı” yalanına kurban edilmeye çalışılıyor. Yani kararda, atların gezinti yapabilmelerini yasaklayan bir ibare yer almıyor, tersine atların gezinti yapmasını engelleyen de bugüne dek her türlü denetim ve düzenlemeden kaçan faytoncular ile yeterli denetimleri yapmayan tüm kamu kurumları. Kaldı ki fayton karşıtı mücadelenin bileşenleri, bu konudaki endişelerini ve süreç hakkındaki şeffaflık taleplerini 24 Aralık 2019 tarihli basın açıklamalarında madde madde belirtmişlerdi: https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=3106058442742116&id=698853040129347&__tn__=K-R
Hal böyleyken İBB önünde atlar için yaşam nöbeti tutan hayvan hakları savunucularının direnişini itibarsızlaştırmak için yalan iddialar havaya savurmanın ya da faytona karşı uzun yıllardır yürütülen mücadelenin tartışmalarını ve taleplerini göz ardı etmenin, sarı sendikalar aracılığıyla emekçilerin hakları için verdiği mücadeleyi itibarsızlaştırarak un ufak etmek isteyen sermaye sahibi patronların tutumundan teorik olarak da farkı yok.
Faytonculuğun devamını her şeye rağmen savunan ve kendisini sol entelektüel çevre içinde tanımlayan bazı grupların, öyleyse, atlara bundan sonra ne olacağını sormasında hakiki bir endişe ve ilgi olabilir mi? Üstelik bu sorun fayton karşıtı mücadelenin ve Yaşam Nöbeti’nin de gündemindeki aciliyetini koruyor; kamu kurumlarıyla yapılan tüm görüşmelerde dile getirilip, takip ediliyor. Toplantılarda ve sosyal medya köşelerinde cehalete varan ifadelerle ahkâm kesenlerin tersine, Adalar’da ölümden kurtulan 1000’den fazla atın sömürülmeden yaşamlarına devam edebilecekleri koşulların sağlanması için mücadeleye tüm hızıyla devam ediliyor.
Aynı kesimlerin en büyük endişesinin atlar değil, “ekmeğinin peşindeki emekçi faytoncular” olduğu görülüyor. Fayton denen aygıtta emekçi, kırbacı şaklatan faytoncu değil, kırbacı yiyen atlardır. Marx’a referansla faytonları ve atları hem “pratik” hem de “felsefi” anlamda, son olarak, “kestirme bir yolla” yeniden düşünelim:
Bir zenci köle nedir? Kara ırktan bir insan. Bu açıklama ne denli yeterliyse, bundan önceki de o denli yeterlidir. Bir zenci, bir zencidir. Ancak belirli koşullar altında, bir köle durumuna gelir. Bir pamuk eğirme makinesi, pamuk eğirme makinesidir. Ancak belirli koşullar altında, bir sermaye durumuna gelir. Bu koşullardan koparıldı mı, artık sermaye değildir- tıpkı altının bizzat kendisinin para olmaması ya da şekerin, şekerin fiyatı olmaması gibi.[12]
Elbette denilebilir ki kırbacı tutan el de başka birinin altında çalışan bir emekçidir. Ancak solun tarihsel, siyasal ve ahlaki sorumluluğu, artık yalnızca bir “at” olmaktan çıkmış ve faytonla birlikte bir sermaye aygıtına dönüşmüş olan atları yani en aşağıdakini faytonlardan, onu metalaştıran aygıttan kurtarmak değilse nedir?
Dipnotlar
[1] Yaşam Nöbeti ile ilgili güncel bilgileri buradan takip edebilirsiniz: https://twitter.com/nobetiyasam?lang=en
[2] https://www.ibb.istanbul/News/Detail/36339
[3] https://www.ciwf.org.uk/media/3640540/ciwf_strategic_plan_20132017.pdf
[4] https://www.hsi.org/news-media/statistics/
[5] https://birartibir.org/siyaset/554-atlara-ve-faytonlara-dair-16-madde
[6] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/turiste-fayton-tasimaya-elektrikli-arac-40871027
[7] https://www.theguardian.com/world/2019/oct/20/rome-tourist-carriage-horse-collapses-botticelle-ban
[8] http://www.partnershiptobanhorsecarriages.com/accidents/
[9] https://www.onegreenplanet.org/animalsandnature/montreal-bans-horse-carriages/
[10] https://www.cbc.ca/news/canada/montreal/quebec-caleche-carriage-horse-accident-1.4126841
[11] https://www.onegreenplanet.org/animalsandnature/nyc-passes-law-so-carriage-horses-wont-be-forced-to-work-in-extreme-heat-but-the-fight-is-not-over/ ya da şu videoya bakılabilir: https://www.youtube.com/watch?v=iWwxmpU0rFA
[12] Karl Marx, Ücretli Emek ve Sermaye. Çev. Sevim Belli (Ankara: Sol Yayınları, 1999). s.30.
Kaynaklar:
3) https://www.evrensel.net/yazi/85383/fayton-meselesinde-hakikat-kendini-nerede-gizliyor
4) https://birartibir.org/siyaset/554-atlara-ve-faytonlara-dair-16-madde
6) http://www.adalar.bel.tr/dosyalar/PlanRapor_Cilt1_2_kurul.pdf