Adalar’daki tartışmalar…
Türkiye’deki hayvan hakları savunucularının tamamı ve İstanbul halkının çok büyük bir kesimi atlı fayton uygulamasının artık son bulması gerektiğini söylerken, Adalar ilçesi sakinleri arasındaki tartışmalar devam ediyor. Fayton duraklarında, ahırlarda, ada sokaklarında, evlerde bir araya gelen insanlar arasında hayvan çalıştırılmasına karşı olan ve atların yaşadığı drama yakından tanık olanlar kadar, 100 yıla yakın bir süredir gündelik yaşamın parçası olan atlı faytonları bir “hayvan hakları sorunu” olarak görmekten kaçınanlar da var. 30 yıldır süre giden tartışmaları kayıtsızlıkla izleyen, 20 yılı aşkın bir süredir Adalar’da varlığını sürdüren ruam salgınlarını (1) göz ardı edenler olduğu kadar faytonları Adalar’ın eski güzel günlerini anımsatan bir figür, nostaljiyi yaşatmanın aracı olarak görenler de var. Faytonları sadece “ulaşım sorunu”nun bir parçası olarak düşünenler ve en az atlar kadar komşuluk ya da akrabalık ilişkisi içinde oldukları faytoncuların gelecekteki yaşamından endişe duyanlar da var. Kuşkusuz bu endişelerin bir bölümünü Adalar’da yaşayan hayvan hakları savunucuları da paylaşıyor. Tartışabilmek ve konuşabilmek için kavga, yalan, spekülasyon ve ajitasyonun değil, konuşmayı mümkün kılacak, yaşamın korunmasına dayanan ve hayvan sömürüsünün ortadan kaldırılacağı bir dünyanın dilini arıyorlar.
Adalar’da “Turistik sömürgeleştirme”
Aslında tüm bu tartışmalar ve arayışlar içinde Adalar’da sosyal, kentsel ve doğal yaşam, dışarıdan ne kadar parlak ve ışıltılı görünürse görünsün at ölümlerinin, hayvan sömürüsünün, kent ve doğa yağmasının neredeyse tüm biçimlerinin cirit attığı bir enkaz halinde çürüyor ve çöküyor. Bugün Adalar’da hızla büyüyen sosyal ve ekonomik kutuplaşma, suç oranlarındaki ve türlerindeki artış, kuralsızlık, denetimsizlik, hayvan, doğa ve insan sömürüsü Adalar’da yaşayan herkesin gözü önünde olup biten, aktörleri tanınan ve temel sosyal dinamikleri izlenebilen bir süreç boyunca gelişiyor.
Bu gelişmelerin gerisinde ise Adalar’ın son 20 yıldır yaşadığı sayfiyenin tasfiyesi süreci bulunuyor. Gündelik yaşamın tüm alanlarını travmatik bir şekilde saran bu tasfiye, süreç içinde Adalar’ı geçmiş döneme ait soylulaştırılmış bir sayfiye bölgesinden, neoliberal metropol İstanbul’un “turistik kentsel sömürge”sine dönüştüren gelişmeler dizisi içinde şekilleniyor. Faytonlar bu turistikleştirme sürecinin en önemli enstrümanlarından biri olarak iş görüyor. Orman ve kıyı alanlarının ticarileştirilmesi, kentsel sit alanı içindeki konut bölgelerine hızla ticari nitelik kazandırılması, bugüne kadar ayakta kalabilmiş tüm doğal ve kültürel öğelerin metalaştırılması bu turistik sömürgeleştirme hareketinin kaldıraçları olarak çalışıyor. Elbette faytonlar ve fayton işletmeciliği de bu süreçten bağımsız değil. Doğa, insan, mekan ve hayvan sömürüsü aracılığıyla Adalar içinde biriktirilen sermaye, burada yaşayan dar gelirli kesimler açısından temel “kurtuluş” yolu haline geliyor. Mevcut siyasi partilerin tamamı ve kamu idaresinin çeşitli kesimleri büyük toptancı, faytoncu, restoran-otel vb. sahibi irili ufaklı yerel esnaf tarafından yönetilirken, güçlü akrabalık ilişkileri, hemşehrilik ve çıkar bağları alınan tüm kararları ve uygulamaları büyük ölçüde belirliyor. Bu nedenle yeni İBB ve Adalar Belediyesi yönetiminin çok sevdiği katılımcılık örneği olarak sunulan “çalıştay” denilen uygulamalar kamusal çıkarın temel alındığı, doğanın, yaşamın ve kültürün korunmasına yönelik kararlarla değil, çeşitli çıkar gruplarının birbirini gözettiği ve kendini göstermeye çalıştığı tartışmalarla şekilleniyor. Dolayısıyla yapılan her çalıştay, turizme, günübirlik ticaret ve tüketime yönelmiş “esnaf ideolojisi”nin kamuya mal edilmesine ve karar önerileri haline gelmesine yol açıyor. Gündelik yaşamı ve sosyal dokuyu büyük bir hızla tahrip eden, fayton ve akülü araç trafiğinin ortadan kaldırılmasına, hayvan çalıştırmaya son verilmesine, yürümeye dayalı ve deniz ulaşımına yönelik talepler karşısında “nostaljik fayton”, “akülü araç” gibi önerilerin “kamu kararı” haline getirilmesi de gerçekte büyük toptancılar, faytoncular, restoranlar, oteller, taşımacılık şirketleri gibi grupların turizm sektörü tarafından desteklenen yaklaşımlarına dayanıyor.
Yılda 7 milyona yakın günü birlik ziyaretçinin pompalandığı, faytonculuğun turistik bir sektör olarak desteklendiği, akülü araç kullanımının, büyük bölümü mevzuat dışı otel, restoran, cafe-bar, beach-club turizminin hızla geliştiği Adalar’da güç, patronaj ve yanaşmacılık ilişkileri bu koşullarda boy atıyor. Mafyatik olarak adlandırılan ilişkiler sadece faytoncular arasında değil, Adalar’ın bütününde hemen her alanda karşımıza çıkıyor. Çıkar odaklı ağların kamu kurumlarından sivil oluşumlara, siyasal partilerden yerel internet gazetelerine kadar her alanı kapladığı, sonu gelmeyen dedikodu ve itibarsızlaştırma kampanyalarının süregittiği bu kirli manzara “atların ölümünü” tümüyle görünmez kılıyor. İstanbul Beyoğlu’nda yaşanan turistikleştirme süreci nasıl bu alandaki sokak hayvanlarını yok oluşa sürüklüyorsa, Adalar’ın yaşadığı turistikleştirme dalgası da doğal yaşamı, hayvanları, sosyal ilişkileri dönüştürüyor, atlar başta olmak üzere tüm canlıları yok ediyor.(2) Orman ve kıyı alanlarının tahribi, ilaçlama, budama, peyzaj gibi “idari” uygulamalar Adalar’ın doğal ve kültürel yıkımını hızlandırıyor.
Tüm bu gelişme süreci karşısında, Adalar’da yaşanan çöküşü durduracak ve geri çevirebilecek anlamlı bir yerel yönetim anlayışı ya da kamu kurumları tarafından yürütülen etkili, samimi, inandırıcı programlardan söz etmek mümkün değil. Herkesin sorumluluğu birbirine attığı bu tablonun diğer yanında, çeşitli sivil girişimlerin ya da proje gruplarının sosyal ya da kişisel sermaye biriktirmek, siyasal kariyer yapmak ve yeni projeler elde etmek gibi amaçlarla yürüttüğü, imar, doğal yaşam, faytonlar ve hayvan hakları ihlalleri gibi gündeme gelen her “yeni” sorunu bu amaçla kullanmaya çalışması var olan keşmekeşi daha da derinleştiriyor.
Ama şimdi, evrensel bir sorun olan hayvan hakları gündemi ve İstanbul’da hayvan sömürüsüne karşı oluşan toplumsal direnç, Adalar’da ve İstanbul’da yaşayan tüm insanlara Adalar’ın ve kentin geleceğini tartışmak için yeni bir fırsat sunuyor. Artık Kanal İstanbul tartışmasında olduğu gibi tekrar tekrar sormak ve tartışmak için yeni bir imkânımız var: Kentte, adada, yaşam alanlarımızda nasıl yaşayacağız? Her ne şart altında olursa olsun yaşamın korunmasını savunan şiddetsiz bir hayatı, doğayı ve birbirimizi anlayabilmek için konuşabileceğimiz yeni bir dili ve yaşam biçimlerini nasıl kuracağız? İklim krizinin, metropol yaşamının ve turizm endüstrisinin yarattığı krizlerin sonuçlarını diğer canlıların sırtına yüklemeyen bir yaşama nasıl kavuşacağız?
Çok büyük sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu biliyoruz ama Adalar’da ve her yerde umutlu olmak için artık bir nedenimiz daha var. Bu sorulara cevap verirken ve yolumuzu ararken hayvan hakları hareketinin ve #YaşamNöbeti’nin hepimize armağan ettiği ve hatırlattığı bir slogan Saraçhane meydanında yeniden dile geliyor: “Hayvana, insana, yeryüzüne özgürlük!”
Dipnotlar:
[1] Arun, S., Neubauer, H., Gurel, A., Ayyildiz, G., Kuscu, B., Yesildere, T., … Hermanns, W. (1999). Equine glanders in Turkey. Veterinary Record, 144(10), 255-258.doi:10.1136/vr.144.10.255
[2]https://sendika63.org/2019/09/hayvan-haklari-10-soruda-faytonlar-atlar-adalar-562276/