Çare Olgun Çalışkan – Şehir Plancıları Odası İstanbul Şb. Yönetim Kurulu Üyesi, Adalar Savunması
Biri yassı, diğeri sivri olan bu iki adanın adlarını, yerlerini, üzerlerinde yapı olup olmadığını, geçmişte insan yüzü görüp görmediklerini, hangi hayvanlara-bitkilere yuva olduklarını, Karadeniz ile Marmara denizlerinin arasını dolduran İstanbul Boğazı’nın akıntılarına durak olup olmadıklarını, kent ve ülke tarihinde adlarının geçip geçmediğini ve en nihayetinde bu kenti ya da adalarını planlayanların neleri reva görüp görmediklerini birçoğumuz son bir iki yılda duyar, konuşur ve öğrenir olduk sanırım. 15 yılını bu şehirde geçirmiş bir şehir ve bölge plancısı olarak en azından ben bu son yıllara sığan belleğin içinde bir yerlerdeyim ve bu iki adayla karşılaştığım andan beri anlamaya, anlatmaya ve yaşatmaya çalışanlarla bir olmaya uğraşanların tarafında…
Bu yazının derdi, başta Yassıada ve Sivriada’nın içinde bulunduğu süreci düzeltmeyi, onları kurtarabilmeyi ve öte yandan da İstanbul’un tüm adalarının (ileride belki de ülkedeki diğer tüm adaların) tamamında doğanın ve sakin yaşamların kuşatılmadığı bir süreci geliştirmeyi amaçlayan Adalar Savunması’nın, planlama uzmanlık alanı içinden verdiği mücadeleye destek olabilmektir.
Biri yassı, diğeri sivri olan bu iki adanın adlarını, yerlerini, üzerlerinde yapı olup olmadığını, geçmişte insan yüzü görüp görmediklerini, hangi hayvanlara-bitkilere yuva olduklarını, Karadeniz ile Marmara denizlerinin arasını dolduran İstanbul Boğazı’nın akıntılarına durak olup olmadıklarını, kent ve ülke tarihinde adlarının geçip geçmediğini ve en nihayetinde bu kenti ya da adalarını planlayanların neleri reva görüp görmediklerini birçoğumuz son bir iki yılda duyar, konuşur ve öğrenir olduk sanırım. 15 yılını bu şehirde geçirmiş bir şehir ve bölge plancısı olarak en azından ben bu son yıllara sığan belleğin içinde bir yerlerdeyim ve bu iki adayla karşılaştığım andan beri anlamaya, anlatmaya ve yaşatmaya çalışanlarla bir olmaya uğraşanların tarafında…
Bu yazının derdi, başta Yassıada ve Sivriada’nın içinde bulunduğu süreci düzeltmeyi, onları kurtarabilmeyi ve öte yandan da İstanbul’un tüm adalarının (ileride belki de ülkedeki diğer tüm adaların) tamamında doğanın ve sakin yaşamların kuşatılmadığı bir süreci geliştirmeyi amaçlayan Adalar Savunması’nın, planlama uzmanlık alanı içinden verdiği mücadeleye destek olabilmektir.
Bu iki adada dünden bugüne olan biteni adım adım ve yaşanan önemli kırılmalarla kısaca özetleyerek girelim konuya ve sonra da planlama bu derde nasıl yaklaşır, yaklaşmalıdır diye soralım, yanıtlar arayalım…
- Yassıada, askeri hizmetler için kullanılmak üzere Milli Savunma Bakanlığı’na tahsis edilerek izinsiz her türlü kullanıma ve ziyarete kapatılır, yıl 1947,
- Sivriada’nın, Adalar bütünlüğü içinde korunması gerekli doğal sit alanının bir parçası olduğuna, yok edilmesinin veya büyük ölçüde değiştirilmesinin uygun bulunmadığına, bu nedenle ilgili koruma kurulundan izinsiz taş alma işleminin bile derhal durdurulmasına karar verilir, yıl 1978 (Haydarpaşa Gar’ı önündeki mendireklerdeki büyük taşlar Sivriada’dan gemilerle taşınmıştır yıllar yıllar önce),
- İstanbul’daki tüm adalar “Korunması Gerekli Doğal ve Tarihi Alan” ilan edilir, yıl 1979,
- Mülkiyeti Hazineye, kullanım hakkı Milli Savunma Bakanlığı’na ait olan Yassıada, Sivriada ve Tavşanadası’nın Adalar Belediyesi’ne tahsisi için İstanbul Valiliği’ne yapılan talepten olumlu sonuç alınamaz, aylardan Temmuz, yıl 2009,
- Sivriada II. derece doğal ve III. derece arkeolojik sit alanı olarak ilan edilir, aylardan Aralık, yıl 2009,
- Yassıada’daki Osmanlı ve Bizans Dönemine ait yapılar I. Derece tescilin eser, Yassıada Yargılamalarıyla anılan spor salonu 2. Derece tescilli eser olarak ilan edilir ve yapılacak her türlü inşaat ve fiziki çalışmalarda koruma kurullarının görüşü ve izninin alınmasına, gerekli temizlik ve bakım hizmetlerinin acilen yapılması için ilgili kurumların harekete geçirilmesine, alandaki kültür varlığı niteliği taşımayan diğer yapılara kurul görüşü doğrultusunda işlem yapılabileceğine karar verilir, aylardan Mayıs, yıl 2010,
- Sivriada’da bulunan Manastır, Kilise ve Sarnıç kalıntıları I. Derece tescilin eser ilan edilir, aylardan Ocak, yıl 2011,
- Tarihi ve I. Derece Doğal Sit Alanı olan Yassıada’nın ayrıca III. Derece Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmesine karar verilir, aylardan Mart, yıl 2011,
- Devlet hazinesi mülkiyetinde olan ve Askeri Alan olarak kullanılan Yassıada “müze olarak kullanılmak üzere” Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilir, aylardan Nisan, yıl 2011,
- Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Haziran 2011’de “Türkiye Hazır Hedef 2023″ temalı toplantıda İstanbul için açıkladığı 3 yeni projeden biri olarak “Adalar Projesi“ kapsamında Yassıada ve Sivriada’da kongre merkezleri, müze, oteller, yat limanları yapılacağını duyurur,
- Nihayet Adalar İlçesi bütününde kapsamlı bir fiziki plan yürürlüğe girer, İBB (İstanbul Büyükşehir Belediyesi) tarafından hazırlanan planın adı 1/5000 ölçekli Adalar Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı’dır, planda Yassıada I. Derece Doğal Sit, Tarihi Sit ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı; Sivriada ise II. Derece Doğal Sit ve 3. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak gösterilmiştir ve her iki ada için de herhangi bir yapılaşma önerilmez, aylardan Kasım, yıl 2011,
- Yassıada’dan sonra Sivriada da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na tahsis edilir, aylardan Ekim, yıl 2012,
- Değiştirilen koruma yönetmeliği sonrasında Yassıada’nın I. Derece Doğal Sit alanı olma özelliği kaldırılarak “Sürdürülebilir koruma ve kontrollü kullanım alanı“na, yani yapılaşmaya imkan tanır hale getirilir ancak değişen yönetmeliğin gerekli gördüğü uzman ekip kurulması ve yerinde güncel araştırmaların yapılması gibi koşullar sağlanmadığı halde bu değişiklik yapılır, aylardan Ekim, yıl 2012,
- Yassıada’nın kamu yararı da dikkate alınarak tarihi sit statüsünün kaldırılmasına karar verilir, aylardan Kasım, yıl 2012,
- Ardından ilgili koruma kurulunca Sivriada’nın da tarihi sit alanı olmadığına karar verilir, aylardan Mart, yıl 2013,
- Ankara’da, meclisten geçirilen bir torba yasanın (6456 Sayılı) içinde “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yap-işlet-devret modeli ile Yassıada ve Sivriada’da kültürel ve turizm amaçlı yatırım ve hizmetler, 3621 sayılı Kıyı Kanunu hükümlerine ve diğer mevzuatta yer alan kısıtlama ve prosedürlere tabi olmaksızın planlama, imar ve inşaat uygulamaları bu kanun kapsamında yaptırılabilir” hükmü getirilir. Bu durum, ülkemizde yerel yönetimlerin, yerel halkın, kamu yararını gözeten ilgili tüm mevzuat ve yönetmeliklerin, kanunların yok hükmünde olduğu, doğrudan ve en üst düzeyde ayrıcalık tanınan bir proje alanı yaratan belki de ilk örnek düzenleme olarak tarihe geçer, aylardan Nisan, yıl 2013,
- Giderek daha da savunmasız kalan Yassıada ve Sivri adaya ilişkin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından uygulamadaki planları değiştiren bir “plan revizyonu” hamlesi gelir. Adalar ve İstanbul Büyükşehir Belediyeleri’nin dahi haberi olmadan, alan araştırması ve analizlerine gerek duyulmadan Ankara’dan yapılan bu revizyonla Yassıada ve Sivriada’nın “Turizm+Kültürel Tesis Alanı” kullanımına
dönüştürülmesine imkan tanınır, aylardan Haziran yıl 2013, - Bakanlık daha sonra kendi yaptığı revizyonları da değiştirir, aynı fonksiyonları koruyan bu yeni plan düzenlemelerinde Yassıada ve Sivriada’nın kayalık ve iskele alanları da yapılaşabilir alana katılır. Ayrıca her iki adada da, tapu kayıtlarında gerçek yüzölçümlerinden daha büyük alan büyüklükleri yazdığı için olsa gerek, tap
kayıtlarındaki yüzölçümü değerleri dikkate alınarak inşaat alanı belirlenecektir şeklinde bir hüküm getirilir, aylardan Ekim, yıl 2013, - Plan revizyonlarıyla turizm ve kongre merkezi üst başlıklı her türden kullanıma açık hale gelen Yassıada’nın adı «Demokrasi ve Özgürlük Adası» olarak değiştirilir, aylardan Kasım, yıl 2013,
- Bu plan müdahaleleriyle imara açılan Yassıada ve Sivriada’da hükümetçe yapımı düşünülen projelerin inşaat temeli Başbakan Ahmet Davutoğlu tarafından atılır, aylardan mayıs, yıl 2015
- Adalar Savunması’nın organize ettiği, çok sayıda İBB Meclis Üyesi, milletvekilleri, meslek odası uzmanı, hukuk ve basın mensupları ile Arkeoloğun da yer aldığı bir gezi düzenlenir, Yassıada’da yürütülen inşaat çalışmaları yerinde gözlenerek fotoğraflanır. Bu geziyle 1. Derece tescilli eser niteliğindeki Bizans Zindanları’nın define arayışına konu olduğu ve kısmen yıkıldığı, adadaki bitki örtüsünün tanınmayacak duruma geldiği, bazı betonarme yapıların yıkıldığı ve inşaat alanında sağlıklı bir bilgi paylaşımı ve çalışma düzeninin olmadığı anlaşılır, aylardan Ağustos, yıl 2015.
Bu özet akışta yer verilmeyen çok sayıda adımlar, kırılmalar da var. Daha ilk yasal müdahalelerin başladığı ve her iki adanın da koruma statülerini değiştiren girişimler peşi sıra itirazlara ve davalara konu edilerek hukuki girişimlere başvuruldu. Ardından yapılan tüm plan revizyon ve değişiklikleri hem Adalar Belediyesi, hem yerel dernek ve kişilerin hem de ilgili meslek odalarının açtıkları davalarla hukuk zemininde durdurulmaya, iptal edilmeye çalışıldı. 2013’ten bu yana da Adalar Savunması ve diğer tüm kent savunması gönüllüleri, destekçileri ve belirli oranda medyadaki yansımalarla kamuoyunda bir farkındalık ve gündem yaratılmaya çalışıldı. Adalarda ve İstanbul ana karasında çeşitli eylemler düzenlendi, geniş katılımlı forumlar yapıldı ve her iki adanın da geleceği asıl eyleyicilerle masaya yatırıldı ve inanın hiçbir öneri ya da yaklaşım, bugün kurulan şantiyeleri ve yapılmak istenen milyon dolarlık projeleri içermedi… Kimi davada bilirkişi raporlarının olumsuz görüşlerine rağmen mahkemeler projeler lehinde kararlar verdi, Bakanlık yapılan yüzlerce itiraza kulak tıkadı, kimi dava nedeni bilinmeksizin nihayete erdirilmedi ve medyada ikili bir seyir izlendi: Bu projeleri, nasıl geliştiklerini dikkate almadan salt kalkınmacı, refah arttırıcı birer yatırım gözüyle gören, özünde ranta dayalı bir emlak projesi olan bu süreci demokrasi tarihimizle yüzleşen bir methiye malzemesi yapanlar yanında, projelerin olası etkilerini, katılımdan ve müzakereden uzak, Adalar’ın genel durumu ve sorunlarını dikkate almadan girişilen bir iktidar projesi olarak görebilenler de oldu. Yapılan son saha gezisi, korkulanın gerçekleşmekte olduğunu, her iki adanın da mekanın dönüşümü ile sağlanacak rant uğruna gözden çıkarıldığı ve bu sürecin neredeyse tamamen dışa, bilgi akışına kapalı, devam eden yargı süreçleri hiçe sayılarak, yerel halkın tepkisi önemsenmeyerek sürecek olduğunu gözler önüne seriyor. Literatürde de bu durumun bir karşılığı var elbette: Neoliberal denilen günümüz küresel dünyasında planlamanın sermaye piyasası için temel müdahale aracı olduğu ve mekan üzerinden sağladığı dönüşüm ile yeni yatırım ve fırsatların kapısını aralamaya muktedir olduğu!
Peki, planlama bu işe ne diyor? Çözümü nerede buluyor? Bu soruların tek, kesin bir doğrusu olacağını düşünmesem de neyi yapmamayı önereceğini ve nasıl yapılacağı konusundaki müşterek izlerin adını koyabileceğine emin olduğumu söyleyebilirim.
Her şeyden önce burası kentin bir ilçesi, parçası ve bu parça üzerinde yaşayan ve adalara dair her yeni kararın, önerinin doğrudan etkileyeceği kullanıcıları, sakinleri olduğunu bilmekle başlamalı planlama kurum ve karar vericileri. Adı ve içeriği ne olursa olsun, yapılacak tüm planlama müdahalelerinin yereli barındırması, zorla değil, rıza kurucu bir müzakere zemini ile konuyu paylaşıp geliştirmesi ve bunu yaparken alternatifler sunabilmesi, yerellerden de bir şeyler öğrenebileceğini bir kenarda tutması gerekir.
Yapılmak istenen iş, her iki adada kongre ve turizm odaklı yeni yatırım sahaları açmak olduğuna göre bu kentte söz konusu fonksiyonlar için bir ihtiyaç var mı diye sormak gerekir? Yapımı süren ve belki de tamamlanmak üzere olan İstanbul Turizm Master Planı, 2009’da uygulamaya konan İstanbul’un tamamını kapsayan Kent Planı, İstanbul’un Kıyı ve Ulaşım Master Planları, Adalar bütünündeki Yerel planlar bu iki ada için turizm ve kongre merkezi önerisini içeriyorlar mı? Ben söyleyeyim: İçermiyorlar! Peki, neden içermezler ve nerelerde bu ihtiyaçları çözebileceğimize inanırlar? En azından bu soruların peşine düşülmesi, buna rağmen ihtiyacın hala sürdüğünün kanıtlanması ve tek seçeneğin daha düzgün bir altyapısı (elektrik, su, doğal gaz) bile olmayan bu adaların yapılaşmaya açılması olduğunun bilimsel dayanağıyla ortaya koyulması gerekmez mi? Planlama der ki gerekir!
Haliyle planlama bakımından daha böylesi bir niyetin en başından bir ihtiyaç olmayacağı ortaya çıkacaktır ve bu durumda halihazırda devam eden inşaatlara hiç mi hiç girişilmeyecektir. O halde ne yapılmalı? Yassı ve Sivri adalar, bugün nasıllarsa öyle mi bırakılmalı? Bu elbette bir seçenek, hatırlayanlar olacaktır, Adalar Savunması’nın kimi pankartlarında “bırak ıssız kalsın” der! İnsanoğlu kendine güvenini öylesine yitirmiş ki, gelin de uzman olarak, yatırımcı olarak bu söyleme bütünüyle karşı çıkın. Daha önce katıldığım birçok toplantının konusu bir şekilde bu adaların geleceğine de dairdi ve ıssız bırakılması dahil, çokça fikir ortaya atılmıştı. Kendimi yakın hissettiğim senaryo ise şu şekilde çalışıyordu: Konunun olası tüm ilgililerinin (tek tek saymayacağım) yan yana geleceği, belki de tek bir güne sığdırılamayacak bir dizi müzakere toplantılarının yapılarak, önerilerin tartışılmasının ilk adım olarak anlamlı olduğunu düşünüyorum. Ancak bu adımda mevcut ve bilimsel dayanağı olan tüm karar ve planlar dikkate alınmalı elbette. Ardından bu iki adanın sorun ve hassasiyetleri, potansiyelleri üzerinden bir değerlendirme yapılarak önerilerin, fikirlerin bir adım öteye götürülmesini, fikirlerin alternatif projelere dönüşeceği bir adımın atılmasını anlamlı bulurum. Bu adımda önemli olan bu iki adayı kent ve adalar bütünü içinde düşünebilmek diye de eklemeliyim. Bu bütüncüllük başta kurulamazsa geriye sadece izole birer karar parçası hakkında uzun vadeli ve etkileşimli olmayan bir sonuca ulaşılır. Daha sonra, alternatif öneriler ve olası etkileri üzerinden gelecek öngörüleri tartışılır ve üzerinde ortaklaşılabilen bir senaryoda karar kılınır. Bu karar belki adaların ıssızlığı ve el değmeden doğanın kendini bizlerin müdahalesi olmaksızın bir şekilde savunabileceğini de içerebilir, düşük dozda ve kullanımdan ziyade deneyim ve hafıza mekanları içeren sınırlı fonksiyon alanları da… Sonuçta önemli olan bir yerde önemli bir karar verilecekse bu kararın ne denli kapsayıcı, ne denli doğrudan katılımla ve müzakere ile varılan, temsil gücü yüksek olduğudur ve bugün pek önemsenmese de ekolojiyi önceleyen bir iradeyi ortaya koyabilmesidir.
Yukarıda bahsetmiştim günümüz ve yakın geçmiş literatüründe bu durumun nasıl özetlendiğini ve planlamanın neye alet edildiğini. Söz konusu projelerdeki amaç gerçekten Demokrasi Müzesi yaparak tarihimizle yüzleşmek olsaydı, bu konuda hiç şüphesiz Yassıada sorgulamalarıın yapıldığı spor salonundan önce sırada bekleyen, düşük bütçeli ve yapımı kolay onlarca başka mekanın adı anılır, temeli atılır ve bugün içi gezilebilirdi. Ya da sadece müze yapılacak mekan iyileştirilir, erişim imkanları arttırılır ve bir bellek mekanı yaratılırdı. Bugünkü gibi kongre ve turizm odaklı onlarca tesise, helikopter ve araç otopark alanlarına dönüşmez ve turizm uzmanlarının 5 yıldızlı otellere doydu dedikleri İstanbul’a böylesi bir alanda yeni bir otel eklenmezdi…
Planlamanın her zaman ideal çözümler geliştirmediği doğrudur, tıpkı başka diğer birçok disiplinde (mimarlık, inşaat, hukuk vb.) olduğu gibi ancak doğru mekanizmalar ve kurallarla işletildiği takdirde güzel ve mutlu yaşamlar vaat edebileceği de doğrudur ve Adalar Savunması bu doğrunun peşindedir bir yanıyla… Ama sözünü ettiğimi iki adada olan bitene bakınca sadece şunu söyleyebiliriz: Planlama Bu Değil!
Bugün gidip görünce insan gerçekten kahroluyor ve bırak ıssız kalsın diyesi geliyor şantiye şefine… Keşke o bırak deyince tüm makineler durabilse, balıklar rahat yüzebilse… Ya da bir hakim çıkıp bu projenin durmasını isteyebilse haklı gerekçelerini çoktan bildiğimiz bir kararla… Ya da Adaları ve İstanbul’u savunanlar tepkisini daha güçlü ortaya koyabilse… Eminim, kepçelerle kazınan ağaçlar ve bitkiler de yeniden yeşerecek o zaman…