Prof.Dr. Erdoğan Atmiş / BirGün – 11 Kasım 2019)
Milyonlarca yılda oluşan bir ekosistemi yok edip yerine başka bir yerde, ne olduğu, nereden geldiği belli olmayan fidanları dikerek “biz yeni bir orman kurduk” demek basit bir aldatmacadan öteye gitmiyor
Bugün 11 Kasım. Saat 11.11’den başlayarak 11 milyon fidanın toprakla buluşmasını sağlayacak bir “seferberlik” kampanyası yapılacak. Değil 11 milyon, tek bir adet fidanın toprakla buluşmasını sağlayacak emeğin kutsal olduğuna inanıyorum. Fakat bu ‘seferberlik’ ve benzer kampanyaların neyi perdelediğini bilmek herkesin hakkı. Bu nedenle bütün iyi niyetiyle elinde kazma-kürekle fidan dikmeye giden duyarlı insanlarımızın o fidanları diktikten ve can suyunu verdikten sonra biraz da burada yazılanlara kulak vermesinin ve ağaç-orman-ekosistem konusunda bir daha düşünmesinin yararlı olacağına inanıyorum.
Ormanı sadece ağaç olarak algılarsak, ağaca bakmaktan ormanı göremeyiz. Sırf bundan dolayı orman şu veya bu nedenle yok olduğunda, hemen “yeni ağaç (!) dikelim’’ diye gösterdiğimiz çabaların nereye varabileceğini sorgulamamız gerek. Milyonlarca yılda oluşan bir ekosistemi yok edip, yerine başka bir yerde, ne olduğu, nereden geldiği belli olmayan fidanları dikerek “Biz yeni bir orman kurduk” demek basit bir aldatmacadan öteye gitmiyor. Kesilen her ağacın yerine isterse ‘10 ağaç (!)’ dikilsin, hemen bir orman ekosistemi oluşmayacağı gibi, ağaçlandırma yapılan alana orman diyebilmeniz için en azından elli yıl geçmesi gerekir.
ÇEŞİTLİLİĞİ YENİDEN SAĞLAMAK ZOR
Orman sadece ağaç değildir. Orman; hayvanlar, bitkiler, çalılar, toprak, bütün canlı ve cansız varlıklardan oluşan bir ekosistemdir. Bu ekosistem bulunduğu yerde rastgele bir araya gelmez. Binlerce yılda bir araya gelmiş olan canlı ve cansız varlıklar, farklı türlerle bir arada yaşamayı öğrenir ve o ortama en uygun olan birliktelikler ve türler ayakta kalır. Bu birlikteliği bir kez ortadan kaldırınca yerine yenisini koymak kolay olmaz. Bu nedenle bütün ağaçlandırmaların başarısız olması riskini göz önünde tutmalıyız. Orman kaybını sadece bir alan kaybı olarak değil bir ekosistem kaybı olarak da değerlendirmeli ve ekosistemdeki ekolojik ilişkileri bilmeliyiz. Oradaki gen ve tür çeşitliliğinden haberimiz olmalı ki ona göre yönetelim. Ülkemizdeki bitki türlerinin sayısı günümüzde 12 bin 500’ü buldu. Bunların 4 bin’e yakını endemik bitkiler. Yani doğal olarak sadece Türkiye’de yetişiyorlar. Ormanlarımızı yok edersek barındırdığı bu çeşitliliği yeniden sağlamamız çok zor.
AĞAÇLANDIRMANIN PAYI DÜŞÜK
2005-2015 yılları arasındaki Orman Genel Müdürlüğü’nün resmi verileri üzerinden yaptığımız 81 il düzeyinde orman değişimini gösteren çalışmaya göre; Türkiye’de alansal anlamda bir orman artışı var. Fakat illere ayrı ayrı baktığımız zaman, 60 ilde ormanlarımız artarken, 19 ilde azalıyor, iki ilde de değişmiyor. Orman alanları artan iller göç veren, kırsal nüfusu oldukça azalmış olan iller. Bu illerde tarım alanları ve meralar terk edildiği için buralar ormana dönüşüyor ve ormanlar alansal olarak artıyor. Fakat göç alan illere baktığınızda; nüfusu artan, sanayileşmiş illerde (Örneğin; Marmara Bölgesi üç ilin dışında hepsi) ormanlar hem alan olarak, hem de biyoçeşitlilik olarak azalıyor. Orman alanı artan illerde bu artışın nedenini sorguladığımızda; aynı dönemde yapılan ağaçlandırma çalışmalarının bu artışın ancak yüzde 35’ini karşıladığı görülüyor. Yani zaman zaman büyük seferberlik ve kampanyalarla yapılan ağaçlandırma çalışmaları orman artışının çok azını karşılıyor.
ODUN ÜRETİMİ 3 KAT ARTTI
Orman azalmasını azaltacak bir bilgilendirme çalışması bakanlık tarafından hiçbir zaman yapılmıyor, üstelik bu tür ‘ağaçlandırma’ kampanyalarıyla perdeleniyor. Örneğin; 2003 yılında tüm ormanlarımızda 13 milyon metreküp odun üretilirken, bu rakam günümüzde 20 milyon metreküpe çıkarıldı. Geçenlerde Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli bu rakamı 31 milyon metreküpe çıkaracaklarını söyledi. Odun üretimindeki bu aşırı hızlı artışın nedeninin yüksek kapasiteyle kurulmuş MDF sektörünün hammadde talebi olduğu belirtiliyor. Nedeni ne olursa olsun; ormanlardan yapılan odun üretimi bu kadar kısa zamanda üç katına yakın bir miktara çıkartıldığı için ormanlarımız büyük bir hızla yok olmaya doğru gidiyor.
Orman kaybı sadece aşırı odun üretimiyle kalmıyor ne yazık ki. Asıl sorun ormanların ormancılık amaçları dışında kullanımı. Bilindiği gibi ormanlardan farklı amaçlarla tahsisler yapılabiliyor. Akdeniz ve Ege bölgesinde yapılan turizm faaliyetleri buna örnek. Deniz kenarında, en güzel yerlerdeki ormanlık alanlar; otel, tatil köyü, golf sahası haline geliyor. Kazdağları’ndaki altın madeni örneğinde gördüğümüz gibi binlerce hektar orman madenlere tahsis edilebiliyor. Ordu Fatsa’da, Artvin Cerattepe’de, Bartın Amasra’da Sinop’ta ve geri kalan illerin tümünde maden, enerji, ulaşım, turizm, eğitim vb. birçok amaçla ormanlarımız sistemli şekilde yok edilmeye devam ediyor. Bu tür amaçlarla tahsis edilen ormanlar 700 bin hektara yaklaştı. Yüz bine yakın farklı tahsisten bahsediliyor. Bu tahsislerle ormanlarımız parça parça yok ediliyor, daha da önemlisi ormanların bütünlüğü bozuluyor. Buna fragmentasyon (parçalanma) diyoruz. Ormanlarımızı tehdit eden en büyük tehlike bu. Yani doğal ormanlarımızı bu şekilde kendi ellerimizle paramparça ediyoruz. Ormandaki bu parçalanmalar bitki ve ağaçların da gelişimini olumsuz etkiliyor. Ormanın yapısını bozuyor. Alanları erozyon ve toprak kaymasına açık hale getiriyor. Orman alanlarında ağaçların kesildiği, üstteki toprağın alındığı alttaki kayaların ortaya çıktığı maden, havalimanı, termik santral, otel, katık atık depolama tesisi vb. alanlar var. Bu sahalarda artık bir orman ekosisteminin varlığından bahsedemiyoruz. Fakat bu alanlar hala orman sayılıyor ve kayıtlardan düşülmüyor. Bu nedenle biz hala ormanlarımız artıyor yanılgısıyla yaşamaya devam ediyoruz.
UCUZ HAMMADDE KAYNAĞI ORMANLAR
Bu yıkımların çoğu doğal varlıklardan sağlanan ekonomik geliri maksimum hale getirme çabasından kaynaklanıyor. Örneğin; ihracat gelirlerinin artırılması için ormanları yok etmek vazgeçilmez bir çözüm. Altın, gümüş, mermer gibi ürünler, ormanlardan çıkartılıp yurtdışına hammadde veya yarı mamul madde olarak satılıyor. Bir diğer önemli neden inşaat sektörü. İnşaat sektöründeki şirketlere ucuz odun sağlamak için odun üretim miktarı artırılıyor. Bunun yanında tahsisleri kolaylaştırarak, sektörde ihtiyaç duyulan mermer, taş, çimento, demir, bakır, mıcır vb. maddelerin rahatlıkla orman alanlarından çıkartılması sağlanıyor. Böylece inşaat sektörünün maliyetlerini düşürerek, sektörü ayakta tutmayı yıllarca başardılar. Öyle maden sahaları oluştu ki, İstanbul gibi inşaat sektörünün yoğun olduğu bölgelerde çevredeki ormanlar delik deşik edildi. O alanlardan çıkarılanlar inşaat sektörüne ucuz hammadde olarak verildi. Dahası İstanbul’da kentsel dönüşüm faaliyetlerinden çıkan inşaat artıklarını en ucuz şekilde orman alanlarına depolayabileceklerini keşfettiler. Buradan da büyük bir rant yarattılar. Land Use Policy’de yeni yayımlanan makalemizde İstanbul’da yerleşim alanlarının 1984 ile 2017 yılları arasında yüzde 4,81’den yüzde 13,64’e ulaştığını, tarım alanlarının yüzde 31,76’dan yüzde 23,7’ye, orman alanlarının yüzde 56,1’den yüzde 49,61’e düştüğünü tespit ettik. İşte İstanbul özelinde tüm ülkede devam eden ranta dayalı yapılaşma, doğal ormanlarımızı bir yandan sömürürken, diğer yandan yutuyor.
ORMANLARI ARTTIRDIK YALANI
“Tabiat parkı” ve “Kent ormanı” gibi alanlar kuruluş amacının oldukça dışına çıkılarak yönetiliyor artık. Bu alanlar Anayasa’da aksi yönde açık hüküm bulunmasına rağmen ormanların özel sektör işletmeciliğine en vahşi şekilde açılmış olmasının örneklerini sergiliyor. Amacı dışında kullanılan bu alanlarda düğün salonları, at maneji, kafe-restoran benzeri ticari faaliyetlere ait tesislere yer açmak için kesilen ağaçların ve ormandan çok bir kent parkına dönüştürülen orman alanlarının esamisi bile okunmuyor. Üstelik onlarca hektarlık kent ormanlarının aylık kirası 100 metrekarelik mütevazi bir dairenin kirasından bile düşük seviyelerde kalıyor.
Bunlar ormanlarımızın nasıl kötü yönetildiğinin birkaç tekil örneği, daha birçok örnek verilebilir. Ormanlarda bunlar olurken, sanki yapılan bu şova dönük kampanyalar yeniymiş gibi “Bakın milyonlarca fidan dikiliyor” diye sevinmeli miyiz? İktidar ‘’Cumhuriyet döneminde iktidara geldiğimiz güne kadar yapılan ağaçlandırmalardan daha fazla ağaçlandırma yaptık’’ diyordu bir zamanlar. Türkiye’nin ilk onda bile yer almadığı yıllarda eski bakan Veysel Eroğlu’nun “Tüm dünyada ağaçlandırmada ilk üçe girdik” dediğini de görmüştük. Yine resmi verilere dayandırdığımız çalışmalarımızda gerçeğin hiç de öyle olmadığını açıklamıştık. Bu iktidar döneminin ilk 13 yılını 2001 öncesi 13 yıllık dönemle karşılaştırdığımızda mevcut iktidar döneminde devletin yaptığı ağaçlandırmaların önceki 13 yıllık dönemden daha az olduğunu belgeleriyle yazmıştık. Yani; tamamen rakamlar üzerinden, teknik verileri yanlış kalemlere atarak, yanlış istatistiklerle, halkı yanıltarak “Rekor kırdık, ormanları arttırdık” denilmişti. Böylece bir yandan kamuoyunda ormanlarımızı artırıyoruz algısı oluşturulurken, yüz binlerce hektar doğal orman arazisi ormancılık dışı amaçlara tahsis edilerek gözden çıkarılmıştı.
KRİZDEN ÇIKIŞ YOLU TALAN
Bu yazı, ne yazık ki hepimizi ilgilendiren kötü haberi vermek için yazıldı. Asıl korkunç olan şey şu; bu yapılan yanlış uygulamaların önünü açan yasal düzenlemeleri “Ülke uçuyor” dedikleri, büyüme hızının yüzde 6-8’lerde olduğu zamanlarda yapmışlardı. Şimdi ülkemizde artık herkesin kabul etmek zorunda kaldığı bir ekonomik kriz var. Korkarım, bu krizden çıkmak için de ormanlara yüklenecekler. Benzer örnekleri dünyada da görüyoruz. Şu an Brezilya’da, Endonezya’da ve benzer ülkelerde hayvan yetiştiriciliği, madencilik, soya ve palmiye yağı üretimi için on binlerce hektar ormanlık alan açılarak tarım, madencilik ve mera alanlarına dönüştürülüyor. Türkiye’de de bunun için yine yasalarla, yönetmeliklerle oynayacaklar, ormanlardaki odun üretimini daha da artıracaklar ve ormancılık dışı tahsisleri biraz daha kolaylaştıracaklar.
Halbuki ormanlar hem ekonomik hem ekolojik krizi çözmek için en önemli araçlar. Su kıtlığını önlemek, biyoçeşitliliği korumak, erozyonu ve çölleşmeyi önlemek için ormanlar hayati öneme sahip. İklim krizini çözmek için bir taraftan fosil yakıtları azaltmamız diğer taraftan da karbon tutacak orman ekosistemlerini çoğaltmamız gerekiyor. Çünkü ormanlar her yıl fosil yakıtların yakılmasıyla atmosfere salınan karbondioksitin üçte birini (2,6 milyar ton) absorbe ediyor, yani emiyor. Yine atmosferdeki sera gazı emisyonlarının yüzde 20’si ormansızlaşmadan kaynaklanıyor. Hem ekonomik hem ekolojik krizleri çözmek için orman alanlarının yanı sıra, ormanların biyoçeşitliliğini arttırmamız, orman varlığını güçlendirmemiz gerekiyor. Ama korkarım ekonomik kriz bizi ekolojik yok oluşa doğru sürüklüyor, tabii eğer zamanında uyanmazsak…