Mesele “Üç Beş At” Meselesi; Yaşam Hakkı Meselesidir – Abdullah Onay (Heybeliada)
Adalar’daki fayton tartışmaları artık yerel bir sorun olmaktan çıkıp, ulusal düzeye taşındı. İmza kampanyası beş yüz binlere vardı. Bir yandan olması gereken bir şeydi, iyi oldu, ama diğer yandan var olan tozu dumanı arttırdı.
Kimilerine basit gibi görünse de pek basit olmayan bir tartışma sürüyor. Yeni de değil, on yıldır var bu, sosyal medyadan önce forumlar ve mail listeleri üzerinden sürdürülmüştü.[1]
Ekonomik çıkarları gereği, geçim kaynağını savunan faytoncuları ayırırsak[2], tartışmayı sürdüren gruplar kimlerden oluşuyor, neleri savunuyorlar? Geçenlerde kitabı vesilesiyle Can Kozanoğlu’nun söyleşisinde dile getirdiği, “İslamcılarla laiklerin kutuplaşmasını anlayabiliriz belki. Peki ya yağsız kızartma tenceresi iyi midir, kötü müdür diye 10 bin kişinin internette birbirine girmesi” gibi bir durum mu söz konusu olan!
Değil elbet. Hayvan hakları açısından faytona karşı çıkanların söyledikleri belli. Ama kendi söylediklerinden ziyade karşı tarafın yaftalamaları ile uğraşmak zorunda kalıyorlar. Çünkü yalanların dolaşımı çok daha kolay oluyor, uzun ömürlü olmasa da. Mesela, inşaat lobisine, otomobil lobisine hizmet etmek, daha insaflısı Adalar’ın, motorlu taşıtlara ve yapılaşmaya açılmasına alet olmak vb.
Bunlar çok akla ve mantığa dayanmayan iddialar. Ama yıllarca etkili de oldu, bir dönemler muhafazakâr kesimlerdeki korkuyu besleyen, Celal Bayar’ın “bu kış komünizm gelecek” lafı gibi. Oysa Adalar’da faytonlar var, buna rağmen Adalar araç doldu. Söylendiği gibi faytonun kalkması gerekmedi. Motorlu mu? Değil, akülü; zaten Ada yollarını, sokaklarını bilenlerin buralarda öyle büyük otomobillerin kullanılamayacağını bilir. Ya yapılaşma? Adalar SİT alanı ama ülkenin tüm SİT alanlarında olduğu gibi oradan buradan kemirme hızla sürüyor. Büyükada’nın iki büyük inşaatı, Seferoğlu ve Lido, faytonlar kalktığından ötürü yapılmadı; yıkım kararlarına rağmen duruyor!
Yine imar barışı için Adalar’dan başvuru rakamlarına da bakılırsa, öyle SİT koruması falan pek kimsenin derdi olmamış!
Faytonu ısrarla savunan kesimlerden daha sosyolojik diyebileceğimiz, Adalar’ın varlıklı sınıfları, aslında taksi olarak kullandıkları ve statü sembolü olarak gördükleri bir şeye sarılıyorlar. Aynı kesimler için vapurlarda birinci mevkinin kalkması da nostaljik bir hayıflanma.[3] Zaten fayton toplantılarında dile getirdikleri şikâyetler, faytonların pis olduğu, faytoncuların koktuğu, Araplar yüzünden faytona binemez oldukları vb.
Mesela, Yalçın Bayer şunu yazdı bu hislere tercüman olarak:
“Kolayımıza gelen yasaklamak. Adalarda faytonlara koşulan atlar eziyet çekiyorsa, çözüm bu atlar için modern ahırlar yapmak. Bu belediyelere çok büyük maliyet getirmez. Bir de faytoncuları eğitmek ve onlara otantik kıyafet giydirmek gerekiyor. Eğitim, adabı muaşeret ve tarih üzerine olmalı. Bu adalara gelen turistlere de ilginç gelir” (Hürriyet, 4 Temmuz 2018).
Yoğun turizm baskısı ile zıvanadan çıkan Adalar’daki ulaşım için, bir toplu taşıma çözümü bu kesim için haliyle kâbus gibi görünüyor.
Artan turizm baskısı faytonların sürdürülemez hale gelmesinin önemli bir etkeni. Her yıl Adalar’a gelen turist sayısı milyonlarla ifade ediliyor ve bunun azalacağını iddia etmek mümkün değil, tam tersine artıyor. Adalar’a has da değil, çok yer muzdarip bu baskıdan.[4]Adalar ekonomisinin ağırlığını bu sektör oluşturuyor artık. Kimse bu son dönemde açılan restoranlara, kafelere, otellere, pansiyonlara bakmıyor, baksa da aklına çözüm olarak elli yıl önceki gibi iskelelerde polisin durup “kılıksızları” Adalar’a sokmaması geliyor. Yani tablonun bütünü es geçiliyor. “Ada ada olmaktan çıktı” başlıca lafları…
Bir de “duyarlı” kesimler var faytonu savunanlar arasında, bu inşaattı, motorlu taşıttı iddiaları geçerliliğini yitirdikçe başka gerekçeler bulmaya başladılar. Mesela “kültürel miras” gibi. Böyle bir kültürel miras kaydı olmadığı bir yana, canlılara eziyete dönüşmüş bir uygulamadan “miras” çıkarmak ayrıca tartışılır. Oysa Büyükada’da gerçekten kültürel bir miras var: Yetimhane. Dünyanın sayılı monoblok ahşap yapılarından biri, çürüyüp gidiyor. Kimsenin ilgisini de çekmiyor!
Yine bu gruptan bazıları hayvan hakları savunucularını, faytonun kaldırılmasıyla atların sucuk olmalarına yol açacaklarına dair suçlamaya kadar vardırdı. Bu manipülasyonun da dip hali. Faytonu savunan bir grup Büyükada’da yılda 200 at öldüğünü açıkladı yıllar önce, yani üç günde bir, iki at ölüyor. Belediye ise bu sayının 400 olduğunu söylüyor. Yine bir belediye yetkilisinden çalışamaz hale gelen atların mezbahaya gittiğini, yerini bile bildiklerini bizzat duydum. 1.500 at var, yani yaklaşık dört yılda tamamlanan bir döngü. Yirmi-yirmi beş yıl ömürleri olan canlıların kısa sürede ölmelerine gözlerini yummak, yaşam haklarını akla getirememek!
Bu sayının daha fazlasını da bilen, üstelik bir doğa editörü şunu yazabildi:
“Adadaki ilk sabahımdı… Sabah sersemliğiyle girdiğim mutfakta dolanırken pencereden bir atın bana baktığını görünce yerimden sıçramıştım. Birkaç saniye süren panikten sonra içime mutluluk dolmuştu. Dünyanın en güzel canlılarından biriyle karşı karşıyaydım. (…) 15 yıldır Burgazada’da oturuyorum. Bugüne kadar yaşadığım adada bir tek atın dahi öldüğüne şahit olmadım. Bizzat tanıdığım faytoncuların atlarını çok sevdiklerini biliyorum. Atlar çalışmadıkları zamanlarda adada özgürce dolaşabiliyor, çocuklar onları sevebiliyor.”
Böyle evinin penceresinden ya da plaza penceresinden bakınca ne at ölüsü görüyorsun, ne Burgazada’da yirmi bir fayton olduğunu ne de Büyükada’nın dört katı büyüklükte olduğunu. Sonrasında şunlar yazılabiliyor haliyle:
“Öte yandan dünyanın bu en güzel canlılarını hayatımızda çıkarıp yerine ne koyacağız? Bunun yanıtı ister elektrikle ister güneşle çalışıyor olsun, herhangi bir ‘araç’ olamaz. Bu, Adalar’ı trafiğe açmak anlamına gelir. İşin sonu, sokaklarda elektrikli otomobil trafiği oluşmasına kadar varır. Peki atların ölmesi hoşuma mı gidiyor? Tabii ki hayır!” (Yücel Sönmez, Hürriyet, 5 Mayıs 2018).
Oysa Burgazada ile Büyükada arası yarım saat. İskeleden inip yürüdüğünde karşına uzamış fayton kuyrukları çıkacak. Yolları istila etmiş akülüleri de göreceksin!
Faytonperverlerin bir de iktidarın çıkarlarına hizmet suçlaması var hayvan haklarını savunanlara. Bu artık zurnanın zırt dediği yer. Herhangi bir etik değer taşımadıklarına kanaat getiriyor insan iyice. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul mitinginde konuşmasına son dakikada eklendiği anlaşılan “faytonu kaldıracağız” vaadi bu kesimin mal bulmuş mağribi gibi ellerini ovuşturmasına yol açtı. Oysa kaymakamlığın Büyükada’ya at girişini ruam hastalığı nedeniyle yasaklamasından ötürü bekletilen atların, Büyükada’da seçim gezisindeki Berat Albayrak’ın bir telefonu ile kararın çiğnenerek adaya nakillerini görmezden gelmişlerdi aynı günlerde. Ayrıca on altı yıldır bu sorunun sürdürülmesinde karar mercii bu iktidar değil mi?
Sonuçta şunu söylemek mümkün: Bütün bu manipülasyon bulutunun içinde Fatih Altaylı’nın yazdığı çok daha anlaşılır, net ve sahici:
“Fayton keyifli bir iştir. Dünyanın en medeni ülkelerinde bile vardır. Bir atın bir faytonu çekmesi de kötü bir şey değildir at için. At, bir iş hayvanıdır. Düzgün koşullarda yaşatılıp işini yapması için vardır. Binlerce yıldır” (Habertürk, 20 Haziran 2018).[5]
Dolaylı tartışmaların altında yatan, yerel bir sorunu ülke geneline yayan da bu evrenselliği aslında. Bir vicdan hareketi. Hayvanları sömürmeye, eziyet etmeye hakkımız var mı? Bunu hangi gerekçelerle sürdürmeye çalışıyoruz? Tüm dünyada mücadelenin temelinde bu var. Daha da yaygınlaşarak çağa damgasını vuracağını iddia edebiliriz.
(25 Temmuz 2018- Birikim Dergisi’nde yayınlanmıştır)
[1] Bu soruna dair ve çözüm önerilerine dair epeyce yazdım, tekrar etmeyeyim: “Atların Sesinin Duyulmadığı Bir Fayton Hikâyesi”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2018/01/22/atlarin-sesinin-duyulmadigi-bir-fayton-hikayesi/; “Adalar, Faytonlar ve Atlar”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2016/09/23/adalar-faytonlar-ve-atlar/; “Atların Dramı ve Nostalji”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2016/10/29/atlarin-drami-ve-nostalji/; “Hayvanlara Eziyet ve Şiddet İçeren, Sömürüye Dayalı Her Şey, Onların Haklarının İhlalidir”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2016/09/29/42/; “Atların Acılarını Uzatmadan Sorun Çözülmeli”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2016/09/28/atlarin-acilarini-uzatmadan-sorun-cozulmeli/; “Irkçılık ve Hayvan Hakları: ‘Koca Kıçlı Araplar’”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2016/09/25/irkcilik-ve-hayvan-haklari-koca-kicli-araplar/; “Atların Dramı ve Nostalji”, https://hayvanlarinaynasinda.wordpress.com/2016/09/25/181/
[2] Faytoncular/faytonlar ayrımının bariz bir biçimde yapıldığını söyleyelim. Faytonu savunanların da sorunu zaman zaman “kötü” faytonculara yıkmaya çalıştığını görebiliriz. Oysa faytoncular arasında da büyük farklar var. Çok sayıda faytonu olan, kiraya verenler, kendi faytonunda atlarla birlikte çalışanlar. Faytonlara ve faytonculara dair, bilgi verici bir çalışma için Adalar Savunması ve Heybeliada Forumu tarafından hazırlanan rapora bakılabilir: http://dokuzadabirdeniz.com/?p=220
[3] Faytonun ilk olarak Osmanlı’da Saray’da ve zengin konaklarda kullanıldığını, bir süre sonra Padişah Abdülmecid’in gösterişe dönüşmesi üzerine Saray’da kullanılmasını kısıtladığını hatırlayalım.
[4] 1950’lerde yıllık turist sayısı 25 milyon. Günümüzde bu sayı 1,5 milyara ulaştı.
[5] Bu sözlere benzer afişleri “yeryüzü” dergisi Magma da hazırlayıp yaymıştı.