Suçlular ve Güçlüler: Bir Uzun Yassıada-Sivriada Hikayesi…

Ömer Suvari – Heybeliada

Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması sürecinin gerisinde çeşitli hükümetler, bakanlıklar, koruma kurulları gibi resmi kurumların yanı sıra gazetecilerden inşaat şirketlerine, STK’lardan belediyelere, sermaye gruplarından koruma kurullarına, mimarlara, yerel ve bölgesel aktörlere kadar uzanan tanıdık tanımadık pek çok değişik figürün yer aldığı yıllar süren bir girişimler dizisi var. Türkiye’nin gördüğü en büyük ve en akılalmaz, en fütursuz doğa yağmalarından birine sahne olan Yassıada ve Sivriada’nın talanında çok sayıda “suçlu” ve “güçlü” var. Belki bu adaları korumak için yeteri kadar direnemediğimiz, direnmenin daha başka ve daha etkili yollarını bulamadığımız için bizler de suçluyuz. Ama bu büyük kent ve doğa yağmasının İstanbul’da ve Adalar’da tekrar edilmemesi için suçlular da unutulmasın istiyoruz… Biraz uzunca bir yazıyla neredeyse 20 yıllık bir geçmişi olan bu hikayeyi dinlemek isterseniz, buradan buyurun…

fotoğraf-3-5Marmara Denizi’nin ortasında 14 Mayıs 2015 tarihinden bu yana bir inşaat alanı var. Türkiye’de bütün bir adanın dev bir şantiye haline getirildiği  ilk örneğin adı “Demokrasi ve Özgürlük Adaları Projesi”.  Büyük İstanbul depremine yol açacak Kuzey Marmara Fayı’nın bir kaç yüz metre yanıbaşında, muhtemel bir tsunamınin ilk durağında, Marmara fırtınalarının ve rüzgarlarının göbeğinde bir inşaat alanı. Akla, bilime, mantığa, ekonomik rasyonalitelere, ekolojik raporlara, tarihsel deneyime meydan okuyan ve hiç bir itiraza kulak asmayan AKP iktidarının belki de en güzel özeti olan dev bir fütursuzluk simgesi: Yassıada Demokrasi Adası inşaatı, Yassıada müzesi, Yassıada ve Sivriada otel, restoran, marina, tekne park, pastahane, düğün salonu, kuaför, müze, kongre salonu, bellek mekanı, turizm merkezi ve otoparkları inşaatı… Kuşkusuz bu akılalmaz inşaat süreci bir günde gelişmedi. Yassıada ve Sivriada’nın imara açılması ve merkezi hükümetin kent ve doğa yağması politikalarına konu olmasının gerisinde, içinde STK’lardan, belediyelere, koruma kurularından, gazetecilere, inşaat şirketlerinden mimarlara kadar uzanan tanıdık tanımadık pek çok değişik aktörün yer aldığı yıllar süren bir girişimler dizisi var. Türkiye’nin gördüğü en büyük ve en fütursuz kent ve doğa yağmalarından birine sahne olan Yassıada ve Sivriada’nın talanında görünen görünmeyen çok sayıda “suçlu” ve “güçlü”  var. Yassıada ve Sivriada’daki sürecin, bu büyük kent ve doğa yağmasının diğer Adalar’a da yayılmasını engellemek için hem bu suçluları, hem de malum güçlüleri daha yakından tanımak, Adalar’daki girişimlere ve tartışmalara yakından bakmak  çoktan bir zorunluluk haline geldi. Çünkü bu tartışmalar ve yaklaşımlar Adalar’da olduğu kadar, İstanbul’daki sosyal ve siyasal hayatı da, kent hareketinin geleceğini de etkilemeye devam edecek…

140520151300351580880
Ahmet Davutoğlu Yassıada temel atma töreninde… (Mayıs 2015)

Yassıada ve Sivriada’da ne yapılıyor?

Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun düzenlediği “Demokrasi ve Özgürlük Adaları Temel Atma Töreni”yle Yassıada ve Sivriada’ya ilk kazma 14 Mayıs 2015 tarihinde vuruldu. İçinde bulunduğumuz günlerde de (aksi yönde mahkeme kararları olmasına rağmen) Sivriada’da inşaatçı firmaya “yer teslimi” yapıldığına ve önümüzdeki aylarda inşaatın başlayacağına dair söylentiler dolaşıyor. Böylece bu iki ada, Adalılar’ın, Adalar’ın belediye de dahil olmak üzere tüm yerel kurumlarının, kent ve yaşam hakkı savunucularının itirazlarına rağmen kamu otoritesi eliyle yokoluşun eşiğine sürükleniyor. 

Yassıada (Plati) ve Sivriada (Oxia) ya da İstanbul halkının diline yerleşmiş adıyla Hayırsızadalar uzun yıllar boyunca sadece Adalılar’ın, balıkçıların, dalgıçların ve yelkencilerin, kısacası denizle akrabalığı olanların ilgi gösterdiği İstanbul adalarıydı. Yassıada 1960 askeri darbesi sonrasında dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve hükümet üyelerinin yargılamalarının yapıldığı ünlü spor salonuyla hatırlanıyor, Sivriada ise 1910 yılında İstanbul’dan toplanan binlerce sokak köpeğinin kaderine terkedildiği bir canlı katliamının simgesi ve Haydarpaşa mendireğinin kayalarının getirildiği eski bir taşocağı bölgesi olarak düşünülüyordu. 

1280px-John_the_Orphanotrophos_exiles_Constantine_Dalassenos
Dalassenos’un Yassıada’ya Sürgünü (Minyatür, 13. yüzyıl)

Yassıada ve Sivriada’nın tarihini 1960 yılıyla başlatanlar tarafından ısrarla unutturulmaya çalışılsa da bu iki ada Roma, Bizans ve Osmanlı dönemleri boyunca sürgün yeri olarak kullanılan en zorlu hapis ve inziva yeri olarak tanınıyordu. İstanbul’un en olumsuz hava, rüzgar ve deniz koşullarının hüküm sürdüğü bölgeydi. Poyrazın, lodosun, papaz rüzgarının, karayelin, tüm güçlü İstanbul rüzgarlarının, Marmara fırtınalarının ve güçlü deniz akıntılarının göbeğindeki Yassıada ve Sivriada yalnızca asla geri dönememeleri için adaya gönderilen sürgünlerin değil, İstanbul’a denizden yaklaşan saldırganların da ilk uğrağıydı. Yassıada ve Sivriada tarihin hiç bir döneminde kalıcı bir yerleşime izin vermemiş, maceraperestler dahil yerli yabancı tüm konuklarını sert doğa koşulları nedeniyle kısa sürede uzaklaştırmıştı. Sir Henry Bulwer’in ve Hidiv İsmail Paşa’nın geçen yüzyıldaki başarısız adaya yerleşme hikayeleri bugün hala hafızalarda…

1947’de Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na eğitim tesisi kurulması amacıyla devredilen Yassıada ve uzun tarihi boyunca neredeyse tamamen ıssız kalan Sivriada 1970’li yılların sonlarından itibaren (1993 yılındaki İ.Ü. Su Ürünleri Fakültesi’nin iki yıl bile sürmeyen çok kısa macerası sayılmazsa), kalıcı ve sürekli bir insan trafiğinin bulunmadığı İstanbul adalarıydı. Askeri kullanım döneminde yapılan plansız restorasyon, kazı ve çevre düzenlemesi girişimlerinin, adanın ekosisteminde yaratılan tahribatın doğa tarafından onarıldığı bu adalar, insan müdahalesinden uzak olduğu 30 yıla yakın süre boyunca ada, kıyı ve deniz eko-sistemini yeniden canlandırıyordu. Yassıada ve Sivriada sanıldığı gibi kaderine terkedilmiş “işe yaramaz” toprak parçaları değildi, iki ada da doğal bir ekolojik restorasyon süreci yaşıyordu.

İstanbul’a 12. km, diğer adalara 5 km. uzaklıktaki Yassıada ve Sivriada’da, diğer adaların evcilleştirilmiş doğal yaşamı içinde uzun zaman önce yok olan kuş, böcek ve bitki türleri yeniden hayat buluyor, kıyılarındaki mercan ve gorgon yatakları, kıyı ekosistemi balıklar ve deniz canlıları için bir üreme alanı olarak gelişiyordu. Adalar kuş göçleri için bir sığınak rolü oynuyor ve boğaz akıntılarının getirdiği canlılık Marmara, Boğazlar ve Adalar ekosistemini ayakta tutmaya devam ediyordu. Üstelik her iki adada Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait  arkeolojik kalıntılar  incelenmeyi bekliyordu. Gerek Bulwer şatosunun, gerekse de 1950’lerdeki askeri binaların inşaatlarında tarihi kalıntılar dolgu malzemesi olarak kullanılmış, arkeolojik olarak “neyi kaybettiğimizi” bilmek bile büyük önem kazanmıştı. Prof. Dr. E. Özbayoğlu’nun yıllar önce yaptığı bir yüzey araştırması dışında Yassıada ve Sivriada’da kaydedeğer bir envanter çalışması bile  yapılmamıştı.

yassiada_1
1950’lerde Yassıada’nın askeri tahribatı…

Ancak  Yassıada ve Sivriada 2000’li yıllarda metalaşmamış doğal mekanları emlak ve turizm piyasasına dahil etmeye dayanan hükümet politikalarının konusu haline geldi. Tüm adaları olduğu gibi Yassıada ve Sivriada’yı da mali, politik ve simgesel yatırım alanı olarak yeniden kurgulamaya ve turistikleştirmeye yönelik projeler 2000’li yıllarda olgunlaşmaya başladı. 

 

Yassıada-Sivriada için “Çılgın Proje” Yılları

Yassıada ve Sivriada’ya yönelik projelerin temeli ve kamuoyu algısını yönetecek argümanlar büyük ölçüde 2000’li yılların başında oluşmaya başladı. Ekonomik krizin etkileri Adalar’ın yerleşik nüfusunun içine sürüklendiği yoksunluk ve ekonomik sıkıntılarla birleşince adaların “ekonomik değeri” hatırlanmaya başlandı. Adaların “paraya dönüştürülebilecek kültürel, tarihsel zenginlikleri var”dı, “doğal ve kentsel zenginlikler adaların ekonomisini canlandırabilir”di vs.. Yassıada ve Sivriada sözkonusu olduğunda da  “Orada, uzakta boş boş duran iki ada mutlaka kullanılmalı”ydı. Dahası “Sivriada ve Yassıada’yı ekonomiye ve turizme kazandırmak gerekiyor”du, “Buradaki yatırımlar diğer Adalar’ın ekonomisini de canlandıracaktı”, “Demokrasi ve darbeler tarihinin önemli hatıralarına ev sahipliği yapan bu adalar bellek mekanları olabilirdi”, “Maddi sıkıntılar içindeki Adalar Belediyesi de böylece bir kazanç kapısına  kavuşabilirdi”  vs… Her sosyal ve siyasal kesimin ağzına bir parmak bal çalan bu argümanların arkası  kısa zamanda geldi.

igdas_adalar10
Kadir Topbaş ve Coşkun Özden Büyükada’da…

İlk işaret fişeği 2001 yılında dönemin ANAP’lı Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden tarafından atıldı. Sonradan AKP’ye geçen ve bugüne kadar her seçimde AKP’den aday olan, son yerel seçimde ise  DSP’ye geçerek tekrar belediye başkanı olmaya çalışan Özden”e göre “Yassıada ve Sivriada ekonomiye kazandırılmalıydı.“ Cesur girişimcilerin katkısı bekleniyor, projeler toplanıyor, dönemin maliye bakanı Sümer Oral’la görüşülüyor”du. (Sabah, 5.08.2001)

OTc2OTcxNz-2005-yilinda-kadir-topbasin-sivriada-projesi
Topbaş projesi: Sivriada’ya Semazen Heykeli, 2006

 

 

 

Adalar’da 1980’li yıllarda hız kazanan kaçak yapılaşmanın, kent ve doğa kıyımının en büyük sorumlusu ANAP-DYP iktidarları döneminin kapanmasının ardından Yassı ve Sivriadayla ilgili proje bayrağını neo-liberal dönüşümün yeni temsilcisi AKP devraldı. Bu yıllarda İstanbul Adaları zaten eski sayfiye niteliğini, yazlıkçı-kışlıkçı ekonomisine dayanan niteliklerini hızla kaybediyor, büyük bir turistikleştirme baskısı altında ezilmeye başlıyordu. Müşterek orman ve kıyı alanları, kamu eliyle özel kişilere ihale edilirken, yoksulluk ve yoksunluk kıskacı altında ezilen Adalar ahalisi ulaşımdan sağlığa pek çok alanda sahip olduğu sınırlı olanakları da kaybederken, yapılaşmadan ticarileşmeye pek çok alanda ağır bir saldırıyla yüzyüze kaldı. Yassıada ve Sivriada da bu saldırı dalgasından payını alacak şekilde yorumlandı.  2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş geçmiş dönemin Yassıada ve Sivriada projelerinden çıtayı yükselten ilk isim oldu.

Topbaş, bir yandan bu iki adayı partisinin sembolik anlam dünyasının verimli bir yatırım alanı olarak kullanımaya çalışırken, diğer yandan da oteller ve restoranlarla süslemeyi hayal ediyordu:  2005 yılında “Kadir Topbaş İstanbul’a yaklaşan herkesin görebileceği dev bir Semazen heykeli yapmayı planladıklarını” duyurdu. (Milliyet, 8 Ocak 2005) Amerika’daki Özgürlük Anıtı’ndan daha yüksek olması planlanan 100 metreyi aşacak dev heykelin içine üç büyük dinin ibadet mekanları yapılacak, ayrıca otel ve restoranlarla da ekonomik canlılık sağlanacaktı. O dönem “Sivriada’da kim ibadet edecek, kimin için ibadethane kuruyorsunuz?” diye soran Adalılar yanıtlarını izleyen dönemde Çamlıca tepesine yapılan camiyle almış oldular. Ancak neyse ki bu fantastik ekonomiye ve simgesel anlam dünyamıza “ada kazandırma projesi” bir Kadir Topbaş fantezisi olarak kaldı ve kısa sürede unutuldu.

832164_detay
Sık sık gündeme gelen Adalar’a köprü projelerinden biri…

Fakat kısa zamanda Türkiye’de siyasetçilerden mimarlara, kent bilimcilerden planlamacılara ve sivil toplum örgütlerine kadar uzanan yaygın hastalık kısa zamanda tekrar nüksetti.  Her doğal ya da kentsel alana bir proje geliştirme zorunluluğu hisseden bu yaklaşım özellikle Adalar sözkonusu olduğu sınırsız bir fantezi dünyası içeriyordu.  Adalar için yapılan projeler giderek çoğalırken, kimi başkan adayları, kaymakamlar vs. Adalar’ı köprülerle, teleferiklerle, yollarla birbirine ya da İstanbul’a bağlarken, kimileri inşaat hafriyatlarından yeni adalar kurmayı, kimi Marmara’nın değişik yakalarını Adalar’dan geçen kazıklı otoyollarla birleştirmeyi, denizleri doldurmayı, karaları yerinden oynatmayı planlıyordu. Yassıada ve Sivriada ise taşıdıkları simgesel siyasi anlam nedeniyle hiç unutulmuyordu.

CHP’li Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen 2004 yılında İstanbul’daki sokak çocuklarının toplanarak Yassıada’ya kapatılmasını öneriyor, eski İstanbul Emniyet Müdürü Necdit Menzir de 2007 yılında Yassıada’da bir çocuk hapishanesi kurularak çocukların gözden uzaklaştırılmasını tavsiye ediyordu. Haleflerinden Celalettin Cerrah da bu projeyi onayladı. (Birgün, 1 Aralık 2004 ve Vatan, 20 Mart 2007) Sokak çocuklarını gözden uzak tutmak için Yassıada’ya götürmeyi öneren bu vicdansızlık izleyen yıllarda daha “estetik” önerilerle tekrar tekrar gündeme gelecekti.

 

Hapishane’den “Demokrasi Adası”na…

Bu “estetik” önerilerin kuşkusuz en çok kabul göreni ve günümüze kadar uzananı “demokrasi müzesi”, “bellek mekanı” ve “kent müzesi” adı altında gündeme getirilenler oldu.

avni-a-zga¼rel_3834
Avni Özgürel

2000’lerin ortalarında dönemin Radikal Gazetesi yazarlarından ve dün olduğu gibi bugün de devlet televizyonlarında boy göstermeyi başaran ender isimlerden,   gazeteci-yazar-TV yorumcusu-uzman Avni Özgürel, Yassıada ve Sivriada konusunda ortalıkta dolaşan çılgın ve vicdansız projeler sağanağı içinde en “özgün” katkılardan birini yaparak “Yassıada Demokrasi Müzesi Olsun” görüşünü ilk kez dile getiren yazar olma şerefini kazandı: “Yassıada demokrasi tarihimizde acı izler bırakan ama unutulmaz, unutulmaması gereken bir mekân… Orada 1960’tan geriye ne kaldı, ne kalmadı bilmiyorum. Lakin şayet bir demokrasi müzesi yapmak gerekse Yassıada’dan daha uygun bir yer bulunamayacağından eminim… Sadece Demokrat Parti ve Yassıada arşivi değil bütün demokrasi maceramızın hikâyesi ve objeleri orada toplansa fena mı olur?” (Radikal, 17.09.2006) “Orada ne var bilmiyorum, ama bir demokrasi müzesi olsa  fena mı olurdu?” düşüncesi İBB ve Tayyip Erdoğan hükümetleri için kolay kolay gözardı edilemeyecek yeni dönemin projelerinden biri haline geldi.

Ahmet Şık ve Nedim Şener’i, Can Dündar, Erdem Gül gibi pek çok gazetecinin tutuklandı koşullarda yürütülen bu “demokrasi adası” projesi önemli bir karşı propaganda kaynağı olarak işgödü. Dahası bu öneriye ekonomik boyutlar da katılabilirdi! Bugünden bakıldığında 2005-2008 döneminde Sivriada ve Yassıada’nın nasıl kullanılacağına dair Hükümet, Cemaat ve yakın çevresinde yürüyen tartışmaların bu adaların kaderini nasıl belirlediğini görebilmek mümkün.

Ekran-Resmi-2015-07-27-18.58.20
Yassıada Talanında bir ara halka: Genç Siviller

Özellikle 2006 sonrasında gerek AKP’nin akıl hocalarının, gerekse de AKP hükümetlerinde Türkiye’nin demokratikleştirilmesini sağlayacak bir demokratik devrimin temsilcilerini gören çeşitli çevrelerin, bu adaların ve özellikle Yassıada’nın taşıdığı simgesel anlama uygun şekilde “demokrasi müzesi”, “bellek mekanı”, “demokrasi adası” vs. olması yönünde yaygın ve etkin bir çalışmaya yöneldiklerini görebiliyoruz…

 

Genç Siviller, Cemaat,  STK’lar, Belediyeler: Yassıada Hisseli Demokrasi Kumpanyası…

Şimdilerde “Paralel Terör Örgütü”nün yayın organı olmakla suçlanan, 2000’li yıllarda ise hükümet politikaları üzerinde büyük bir itibar ve etki gücüne sahip olan Cihan Haber Ajansı, Zaman ve Taraf gazeteleri 2007-2008 döneminde peşpeşe Yassıada ve Sivriada’nın durumuyla ilgili haberler yapmaya başladılar. “CHA muhabiri Sertaç Dalgalıdere‘nin Mayıs 2008’de bir balıkçı motoru kiralayarak uzun uğraşlar sonucu çıktığı Yassıada’da gizlice kaydettiği görüntüler gündeme bomba gibi düşmüş”tü. Ada kaderine terkedilmişti, binalar harabeye dönmüştü, duvarlarda Türkçe, Rusça ve çeşitli anlaşılmayan dillerde ‘aşk yazıları’ vardı, ‘Adalar’da fuhuş alemleri’ yapıldığından endişe ediliyordu vs. (Zaman, CHA, 28 Mayıs 2011)

47321229380
Nazlı Ilıcak Yassıada’da.

Aynı günlerde Takvim Gazetesi muhabiri Savaş Ay da adanın mezbelelik halini ve ada kıyılarında güneşlenen “kaçak turistler”i fotoğraflamıştı.. Bu tür haberlerin 2011 yılında adanın Kültür Bakanlığı’na devredilmesi için gereken başvurular yapılana kadar  çeşitli defalar tekrar edildiğini hatırlatalım. Ancak Yassıada sürecinde en önemli adımlardan birinin yine 2008 yılında atıldığını, Dalgalıdere ve Ay’ın ilk haberlerinin ardından, 10 gün gibi kısa bir süre sonra “Yassıada Demokrasi Adası Olsun” kampanyasının başlatıldığını ve Genç Siviller tarafından adaya ilk ‘demokrasi çıkarması’nın yapıldığını da hatırlamak gerekir. 27 Mayıs 2008 tarihinde yaptıkları bu ilk çıkarmadan itibaren 2013 yılına kadar her 27 Mayıs’ta Yassıada’ya geziler düzenleyen ve “Yassıada Demokrasi Adası Olsun” sloganıyla TRT’nin naklen yayınları eşliğinde kampanya yürüten bu topluluklar arasında tanıdık isimler ve gruplar da vardı.   Darbelere Karşı 70 Milyon Girişimi, Genç Siviller, Mazlum Der, Sivil Dayanışma Platformu,  Demokrasi ve Özgürlük Hareketi gibi irili ufaklı gruplar ve toplulukların sürüklediği kampanyada Ufuk Uras, Sacit Kayasu, Osman Can, Mete Tunçay, Emine Gürsoy Naskali, Süleyman Soylu, Tatyos Bebek, Mahmut Övür, Cahit İleri, Rasim Cinisli, Ferhat Kentel, Roni Margulies, Bekir Berat Özipek, Turgay Oğur, Ayhan Ogan, Ertuğrul GünayOral Çalışlar, Derya Sazak, Nazlı Ilıcak, Korhan Gümüş, Kezban Hatemi, Avni Özgürel, Hüsamettin Cindoruk gibi isimler Yassıada gezilerine katılıyor, gazetelerindeki köşelerden  destek veriyordu. (Bu isimlerin bir bölümünün daha sonraki dönemde Cemaat hükümet çatışmaları ve giderek sertleşen politik iklim sonucunda projenin ‘yürütülüş şeklinden’ ötürü itiraz etmeye ve ‘bizi dinlemediler’ demeye başladı.)

 

81-2-2
Topbaş, Günay, Farsakoğlu. (Mayıs 2011, Yassıada)

Başta emlak ve turizm temalı dergi ve internet siteleri olmak üzere bütün bir inşaat sektörünün  yakından izlediği 2008’de başlatılan bu “demokrasi müzesi kampanyası”, bir yandan şimdilerde yüzgeri edilen Ergenekon davalarının yarattığı iklimde darbecilik karşıtı popüler bir tema haline dönüştürülürken, diğer yandan da  Taksim Hill Otel’de Yassıada konulu basın toplantıları düzenleniyordu.  Projelere yönelik yerel dirençlerin, kent ve ekoloji bilincinin törpülenmesinde bu kampanyanın önemli bir rolü olduğunu önemle vurgulamak gerekir.  Yassıada ve Sivriada’nın her ne biçimde olursa olsun imara açılmasını ve Adalar bütünlüğünden koparılmasını eleştiren tüm kesimleri dönemin moda suçlaması Ergenekoncu ya da darbeci vs. olmakla suçlayan bu kampanyanın yürütücüleri, bir yandan da Adalar halkını sürecin tümüyle dışında tutarak görmezden gelirken, kent ve doğa savunucularını da darbecilerin oyununa gelmek gibi saçma suçlamalarla itham ediyorlardı. 

fft16_mf1509866
Çalışlar, Günay, Sazak. Yassıada’da… (2011)

İdari olarak Heybeliada’nın bir mahallesi olan Yassıada ve Burgazada’nın bir mahallesi olan Sivriada’da başlayacak yapılaşma sürecinin tüm Adalar için emsal oluşturacağını, çok küçük yüzölçümlere sahip bu adalarda yaratılacak insan trafiğinin doğal hayatı ve arkeolojik kalıntıları tahrip edeceğini, geçmişte askeriyenin bu adalarda yarattığı tahribatın çeyrek yüzyılı aşkın bir süre geçmesine rağmen henüz tamamen onarılamadığını söyleyen Adalıların, yaşam savunucularının ve bilim insanlarının sesi 2013 Gezi direnişine kadar duyulmuyordu.

Jpeg
Yassıada – İnşaat sürecinden önce (Aralık 2014)

 

İstanbul’daki iskan edilmemiş her kara parçasını bir rant döngüsü içine sokmayı hedefleyen kültürel, mekansal, ticari sermaye yaratma odaklı yaklaşımların, projeciliğin, kalkınma ve kullanma merkezli bakış açılarının  terkedilmesini öneren görüşler “romantizm”, “veganlık” vb. biçimlerde suçlanıyordu! Ancak tüm Adalar’a ve özellikle Yassıada ve Sivriada’ya yönelik olarak inşaat, imar, insan trafiği oluşturacak projeler değil, kapsamlı bir ekolojik restorasyon programı uygulanması gerektiğini ısrarla savunan Adalar Savunması‘nın ve forumların geliştirdiği yaklaşımlar Adalar’da ekolojik yıkıma doğru gelişen sürece işaret ediyordu. 

Ekolojik Restorasyon değil, Ekolojik Yıkım! 

Bu süreçte bir başka parantezi ise CHP’nin yerel örgütü için açmak gerekli. Adalar 1984 yılında bir ilçe belediyesi olduktan sonra 2009 yılında ilk kez yerel seçimleri kazanan CHP’nin Adalar belediye başkanı, eski Adalar Kaymakamı Mustafa Farsakoğlu yönetiminin de o dönemde Yassıada’nın bir “demokrasi müzesi” olabileceğini utangaç bir şekilde kabul ettiğini hatırlatmak zorunlu. Ancak kurulacak müzenin Adalar Belediyesi tarafından yönetilmesini isteyen Farsakoğlu ve dönemin CHP yönetimi (Infamous Yassıada Island ‘should host Democracy Museum’, Hürriyet Daily News,18 Temmuz 2013) bu adalar için geniş bir koruma ve restorasyon programı geliştirmek yerine Hazine’den bu adalar üzerindeki tasarruf haklarını isteyerek müze girişiminin önünü açan bir rol oynadı. Dönemin belediye yönetimi, iki adaya yönelik tüm tasarrufların yerel belediyeye bırakılmasını istiyor ve bu adalarda bir açık hava müzesi kurulmasını planlıyordu. Farsakoğlu yönetimi, izleyen dönemde (daha sonra ada forumlarının baskısıyla bunun bir hata olduğunu kabul etse de) koruma kurulunda Yassıada’nın tarihi sit statüsünün düşürülmesi kararını onaylayarak, bu konudaki direncin kırılmasında kısmen etkili olan önemli bir geri adıma da imza attı. Bu dönemde Adalar Belediyesi’nin, Avrupa Kültür Başkenti projeleri kapsamında Kalkınma Ajansı ve çeşitli STK’larla birlikte yürüttüğü turizm odaklı çalışmaları Yassıada’da da bir müze kurarak geliştirmeyi planladığı ve kendi programını açıklamaya hazırlandığı da Adalar’da yürütülen tartışmalar arasındaydı. 

Başkan Kadir Topbaş, Bakan Ertuğrul Günay, Vali Avni Mutlu 2011 yılında Yassıada'da.
Başkan Kadir Topbaş, Bakan Ertuğrul Günay, Vali Avni Mutlu 2011 yılında Yassıada’da…

Tekrar sürecin gelişimi açısından kritik bir önemi olan 2011 yılına dönersek, 27 Mayıs 2011 tarihinde dönemin AKP hükümetinin “aydınlık yüzü” olarak nitelenen Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Genç Siviller ve dönemin Valisi Avni Mutlu ve Kadir Topbaş’la birlikte demokrasi adası kampanyasına destek veren kişi ve kurumlarla Yassıada’ya gidiyor ve ”Acı anılarla dolu adayı sosyal yaşama kazandırmak için bir projelerinin olduğunu ve adanın kendilerine devredilmesi için başvuruda bulunduklarını” açıklıyordu. Günay, Yassıada’yı dünya çapında bir ibret merkezi ve demokrasi müzesi haline getireceklerini söylüyor, Yassıada mahkeme salonunun da hologram sistemiyle teknik imkanlar kullanarak canlandırılacığını belirtiyordu. (Zaman, CHA, 28 Mayıs 2011)

Şimdilerde “Yassıada’yı imara açmak Demokrat Parti’ye saygısızlıktır, bizim müze projemize otel ve restoranlar eklenmesi yanlıştır” şeklinde demeçler verip, twitter’da kendini aklamaya çalışan, yazdığı yazılarla günah çıkarmaya uğraşan Ertuğrul Günay, 2011 ve 2012 yıllarında AKP’nin Kültür Bakanı sıfatıyla fırsat buldukça Yassıada için otelli, restoranlı, vapurlu, hologramlı bir konsept üzerine çalıştıklarını ve Tayyip Erdoğan’a sunduklarını açıklamaktan geri durmuyordu. (t24, 16 Ağustos 2012)

Bu hologramlı müze merakı nereden geliyor diye boş yere düşünmeyin, Yassıada projesinin Tayyip Erdoğan’ın özel emirleriyle gelişen bir proje olduğu Ertuğrul Günay‘ın açıklamalarının ardından kısa zamanda anlaşıldı. Tayip Erdoğan, Temmuz 2013 tarihinde Yassıada ve Sivriada için büyük bir eylem yapan Adalılar’a “Biz orada demokrasi müzesi yapacağız siz kim oluyorsunuz?” diye çıkışmaya devam edecekti. Daha sonra, 14 Mayıs 2015’te Van’da yaptığı bir konuşmada bu iki adanın projesini kendisinin yaptırdığını ve AKP MKYK üyesi Çiğdem Karaslan‘a projeyi çizdirdiğini açıklayan da yine Tayyip Erdoğan olacaktır. (Hürriyet, 14 Mayıs 2015)

1431630696140
Davutoğlu, Yassıada spor salonunda dua ederken. (14 Mayıs 2015)

2011 yılında yapılan Yassıada gezileri ve basın açıklamalarının ardından bu sitedeki diğer rapor ve basın açıklamalarından da takip edebileceğiniz gelişmeler büyük bir hızla birbirini takip etmeye başladı. Yassıada ve Sivriada, Hazine’den önce Kültür Bakanlığı’na, oradan da AKP döneminde olağanüstü yetkilerle donatılan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın (ÇŞB) inisiyatifine devredilirken, 2013 Nisan ayında, Gezi direnişinden kısa bir süre önce kamu ihaleleriyle ilgili bir torba yasaya eklenen tek bir maddeyle her türlü koruma şemsiyesinin, kıyı kanunlarının ve sit alanı koruma rejiminin dışına çıkarıldı. Tüm bağlı yasalara, Anayasa’ya ve uluslararası sözleşmelere bu derece açıkça aykırı bir yasal düzenlemenin eşi tarihte görülmemişti. Yıkım sürecinin hukuki altyapısı böylece hazırlanmış oldu. Bu yasal düzenleme karşısında parlamenter muhalefetin tutumu ise Yassıada ve Sivriada sürecinde büyük bir aymazlıktan ibaretti.  

CHP’li TBMM Grup Başkanlığı’nın Yassıada ve Sivriada’yı tüm çevre ve kıyı koruma yasalarından ayrı tutan ve Adalar bütünlüğünden koparan Nisan 2013 tarihli yasayı kamuoyuna duyurmamasının ve iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürmemesinin arkasında bu Adalar’ın “bellek mekanı” yapılmasına  yönelik, Adalar Belediyesi’yle paylaştıkları utangaç bir kabul yatıyordu. “Adalar 2009’dan beri zaten CHP’li belediyenin yönetimindeydi, o yüzden Yassıada ve Sivriada’nın kendilerine verileceğini düşünmüşlerdi”, “Torba yasadaki Sivriada ve Yassıada maddelerinin önemini anlamamışlardı”, “Torba yasadaki maddeleri farketmemişlerdi…” vs.. 

Bu tür ‘masum’ gerekçelerin Yassıada ve Sivriada’nın talanı sürecindeki rolünün azımsanamayacak kadar büyük olduğu bugün Adalar’da genel olarak kabul görüyor. CHP’li milletvekillerinin büyük ölçüde o dönemki Adalar Belediyesi’nin müze ve demokrasi adası projelerine destek olduğunu da biliyoruz. Nitekim benzer bir proje ve “yerel ortaklı AŞ girişimi” daha sonra Heybeliada Sanatoryumu’nun yerinde kurulması planlanan bir “özel sağlık tesisi” için de gündeme gelecek, içinde milletvekillerinden işadamlarına, STK yöneticilerinden ‘girişimci’ vatandaşlara kadar uzanan bir ortaklık, Heybeliada Forumu’nun çabaları ve ada halkının sağlık hakkı talep eden eylemleri sonucunda rafa kaldırılacaktı.

2013 yılı ortalarına gelindiğinde, AKP hükümetinin ve İBB’nin simgesel siyasal değer atfettiği Yassıada ve Sivriada’ya yönelik projeleri yerel belediyeye ve onun ortaklarına bırakmayacağı büyük ölçüde anlaşılmış bulunuyordu.

turizmyetkiYassiada72

2013 yılında, gereken mevzuat değişikliklerinin yapılmasının ardından geçen 3 yıllık süreçte, karmaşık bir teknik ve hukuki süreç işledi. Adaların tarihsel isimleri değiştirildi, ihaleler, projeler, ÇŞB tarafından hazırlanan hatalarla dolu 1/1000’lik uygulama planları, defalarca gündeme gelen plan revizyonları, adaların yüzölçümünü ve coğrafi özelliklerini bilmeyen ‘uzmanlar’ın hesap hataları, pazarlıklar, davalar, yürütmeyi durdurma kararları, bu kararları veren idari mahkeme heyetlerinin görevden alınması, bilirkişi raporlarının gözardı edilmesi, iki ada için otel, restoran ve otoparkların yeraldığı turizm yatırım izinleri verilmesi bu süreçte gelişti. Her aşamasında hukuksuzluğun ve bilgisizliğin hakim olduğu bu süreç, büyük bir ibret vesikası olarak hukuk ve kent hareketi tarihinde yerini aldı.

Öte yandan 2013 Gezi eylemleri sonrasında Adalar’da yayılan forumlar ve kent savunma bilinci, çeşitli eylemlerle Yassıada ve Sivriada’da projelerin uygulanmasını uzun süre geciktirebilecek önemli bir kamuoyu direnci oluşturdu. Bu direnç sonucunda Adalar halkının büyük bir bölümü Yassıada ve Sivriada’nın imara açılmasına ve bu sürecin diğer adalara yayılmasına karşı olduğunu açıklamasına rağmen, 7 Haziran 2015 seçimlerinin hemen öncesinde AKP tarafından gizlilik içinde planlanan  Demokrasi ve Özgürlük Adaları temel atma töreni engellenemedi. AKP için simgesel anlamı büyük olan bir günde, Demokrat Parti’nin 1950 yılında seçim kazandığı tarih olan 14 Mayıs’ta alelacele yapılan bir açılış töreniyle adaya ilk kazma vuruldu. Böylece binlerce yıllık bir tarihe ve zengin bir doğal yaşama ev sahipliği yapan Yassıada’nın yıkımında son adım da atılmış oldu.

 

Bugün…

2015’in Mayıs ayında verilen inşaat ruhsatının hemen ardından başlayan inşaat sürecinin uzun süre gizli ve kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarda saklı kalan müellifleri bugün artık biliniyor. Proje 150 milyon dolara yakın bir bütçeyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, 2000’li yıllarda hükümete ve İBB’ye bağlı bir inşaat şirketi gibi çalışan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği‘ne verildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a bir “demokrasi adası” armağan edeceklerini açıklayan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu projeyi yine TOBB’a bağlı Gümrük ve Turizm AŞ (GTİ) eliyle yürütmeye başladı. Yassıada Projesi  GTİ tarafından MESA Holding’e bağlı Mesa İnşaat ‘a taşere edilirken, projenin mimari hazırlıkları da AKP Samsun Milletvekili ve geçmişte AKP’nin gençlik çalışmalarından sorumlu MYK üyesi Çiğdem Karaarslan‘ın sahibi olduğu Arme Concept tarafından yürütülüyor.  MESA projenin her aşamasında “hukuki” risk almamak için GTİ Genel Müdürü Ömer Gebeş’in talimatlarıyla hareket ediyor. 

cigdemh1
Çiğdem Karaaslan, AKP Samsun Milletvekili, AKP eski MKYK üyesi Yassıada projesinin yürütücülerinden Arme Concept Mimarlık’ın ortağı.

Tüm bu süreçlerde tahmin edilebileceği gibi usülen de olsa herhangi bir ihale yapılmadı, herhangi bir denetim sözkonusu olmadı, müşavir firmaların sürekli değiştiği, inşaatın sık sık durma noktasına geldiği, proje revizyonlarının devam ettiği bu çalışmalar sonucunda Yassıada kısa bir sürede Marmara Denizi’nin ortasında yaşamın yok edildiği bir hafriyat adası haline getirildi. Birkaç hafta içinde de Yassıada’daki doğal yaşam ve kıyı ekosistemi tamamen yokedildi. Herhangi bir protestoya ve inşaatı engelleme girişimine karşı bu süreçte adaya ulaşım engellendi, Adalar uçuşa yasak bölge ilan edildi, ada kıyılarındaki mercan ve gorgon yatakları, balık üreme alanları betonla dolduruldu, ağaçlar kesildi, arkeolojik kalıntılar tahrip edildi.  Proje defalarca değiştirildi, yanış mimari hesaplar, hatalı projelendirmeler sonucu yüklenici firma temsilcileri, müşavirler, danışmanlar değişti, adanın topografyası yapılan dolgular sonucunda bambaşka bir hale büründü.  Bugün Yassıada’da doğaya, tarihe ve insanlığa karşı işlenen suçlar halen devam ediyor. Tüm bu süreç boyunca Adalar Savunması’nın tepkileri, eylemleri ve açıklamaları kamuoyunda yaygın bir tartışma oluşmasını sağladı.

Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki Adalar’daki bütün resmi ya da sivil kurumlar, Adalar’daki siyasi partilerin yerel örgütleri bu büyük kent ve doğa suçunu izlemekle yetindi. Pek çok kurum ve yerel otorite İBB ve AKP’yle ya da birbirleriyle olan ilişkilerini kollamakla ve “geçmiş dönemde açılmış davalar var, başka birşey yapılamaz” demekle yetindi. “Yassıada’dan yeni bir Gezi çıkmaz!”, “Bu adaların ıssız, başıboş kalması doğru değil!” türü kendinden menkul gerekçelerin arkasına sığınmayı da ihmal etmeyen Adalar’ın çeşitli sivil aktörlerine karşı Adalar’daki kent ve yaşam hakkı savunucularının, Adalar Savunması’nın, meslek odalarının, demokrat mimar, mühendis ve şehir plancılarının,  İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görev yapan az sayıdaki  meclis üyesinin ve  milletvekilinin, arkeologların ve bilim insanlarının dayanışması Yassıada ve Sivriada için “Bırak Issız Kalsın!” düşüncesinin ve Adalar için taşıdığımız umudun canlı kalmasında önemli rol oynadı.  Bugün üzerindeki tüm yaban hayatı, yüzlerce yıllık tarihi yok sayılarak dev bir beton blok haline getirilen Yassıada, inanıyoruz ki gelecekte yeniden doğanın ve yaşamın bir parçası haline gelecek.

Hikaye de henüz sona ermiş değil ve suçlarının unutulmasını, artık hatırlanmayacağı günlerin geleceğini bekleyen büyük bir suçlular ve güçlüler denizinin içinde yaşıyoruz. Ama hayır suçluları unutmayacağız, her fırsatta masum olmadıklarını hatırlatacağız ve hiçbir şeyin bitmediğini, daha yeni başladığını söylediğimiz Haziran günlerinin çok uzakta olmadığını biliyoruz. İnanıyoruz ki, Yassıada ve Sivriada için yürüttükleri projeler biz “pes” demedikçe tamamlanmayacak, kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar, hesaplar, rant ve çıkar oyunları çözülüp gidecek, betonlar dikildikleri yerlerden sökülecek, doğa ve yaşam kendisinden koparılan her şeyi er ya da geç geri alacak. Bu büyük suçu işleyenler, bu suça katkısı olanlar da tarih ve insanlık önünde mahkum edilecekler.

Sait Faik’in yıllar önce  Sivriada Geceleri öyküsünde söylediği gibi, hayatımızda fırtına bulutuna benzer bir sis var, ama bir gündoğusu rüzgarı bu sisi aniden temizleyecek, inanıyoruz…

1418376215073701

About 9ada1deniz

Check Also

Üzgünüz, öfkeliyiz, artık yeter!

Geçtiğimiz yıl Temmuz ayındaki yangının ardından Heybeliadamız bugün bir kez daha yandı! Alınan önlemlere, orman …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir