Ömer Süvari – Express Dergisi – Sayı 156 – Ekim 2017
Son aylarda Avrupa’nın birçok kentinde turizm karşıtı gösteriler yaygınlaşıyor. Barcelona sokaklarında “El turisme mata els barris” (Turizm mahalleleri öldürüyor!) sloganı duvarları süslüyor; Mallorca’da turist otobüsleri durdurulup camlarına “Stop tourist bus”, “Tourism kills neighbourhoods”, “Tourist go home!” yazılıyor. Kitle gösterileri, turistik amaçlı Airbnb kullanımının sınırlandırılmasını, günübirlik turizmin denetim altına alınmasını, “şehir turizmi” odaklı ticari faaliyetlerin yasaklanmasını, turist otobüslerinin engellenmesini talep eden anti-turist kampanyalar halinde giderek yayılıyor. ARRAN gibi anarşist ve eko-anarşist gruplar otellerin, lüks turistik restoranların camlarını boyuyor, kiralık bisikletlerin lastiklerini indiriyor. “Turizm kenti öldürüyor”, “Turizm komşuluğu öldürüyor”, “Bu turizm değil, İstila” sloganları kentlerin sokaklarında giderek daha fazla yankılanıyor. Venedik halkı #EnjoyRespectVenezia sloganıyla protestolar düzenliyor, gondollarla kanallar kapatılıyor. Turizm baskısı altında çöken kentsel ve mahalli yaşam kendi protesto biçimlerini üretiyor, kentlerin ve mahallelerin sakinleri kendilerini yeniden temsil etmeye başlıyor. Yabancı düşmanlığına geçit vermemek için kimi eylemlerde “Mülteciler siz hoşgeldiniz, turistler evine dönsün!” pankartları taşınıyor. **
Kısacası, mahallenin ve çevrenin ticari turizm işletmeleriyle işgal edilmesine, müşterek alanların yok edilmesine, soylulaştırmaya ve yaşamın pahalılaşmasına karşı yürütülen turizm karşıtı hareket kentsel muhalefet içinde yeni bir kanal yaratıyor. Kentleri ve mahalleleri pazarlamaya odaklanan şehir tatili (city breaks) programları çerçevesinde, 2016 yılının BM raporlarına yansıdığı şekliyle boyutları dünya çapında 1,2 milyar kişiye ve milyarlarca dolara ulaşan devasa turizm endüstrisi, yeni anti-kapitalist bir muhalefet hareketi doğuruyor. BM’nin 2017’yi Uluslararası Kalkınma için Sürdürülebilir Turizm Yılı ilan etmesi boşuna değil. Neoliberalizmin her kapıyı açacağı varsayılan sihirli kavramı “sürdürülebilirlik” yine üzerimize üzerimize geliyor. Kentsel muhalefeti bölük pörçük etmeye, yerel STK’lar ve yarı-resmi kurumlarla işbirliği üzerinden yaşam alanlarına yönelik işgal, metalaştırma ve ticarileştirmeyi “sürdürülebilir” kılma siyaseti bir kez daha önümüze sürülüyor. Burada bir durup Kuzguncuk’un, Galata’nın, Beyoğlu’nun durumunu ve şimdilerde Kadıköy’ü, Beşiktaş’ı, Adalar’ı tekrar düşünmenin ve harekete geçmenin tam zamanı. Adalar için hazırlanan “1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı Uygulama İmar Planı”, Adalar Hayır Meclisi’nin ve Adalar Savunması’nın girişimleriyle gündeme gelmişken bu tartışmayı yürütecek ve somut adımlar atacak bir dizi olanağa da sahip bulunuyoruz.
Adalar’a biçilen rol
İspanya, İtalya ve Fransa’daki sözünü ettiğimiz gelişmeler İstanbul Adaları 1/1000 Ölçekli Koruma Amaçlı İmar Planı tartışmalarına girmek için iyi bir başlangıç noktası. Çünkü Adalar 1/1000 Ölçekli İmar Planı, İBB tarafından hazırlanan kendinden önceki 1/5000’lik üst ölçekli plan gibi bugün Adalar’ın, turizm baskısı altında yaşadığı dehşetin ve gelecekteki tehlikelerin ete kemiğe bürünmüş, kâğıda dökülmüş yeni bir halkası.
Zincirin en önemli düğüm noktası ise İBB tarafından hazırlanarak 2011’de yürürlüğe giren 1/5000 ölçekli Adalar Nazım İmar Planı. Adalar’ı üzerinde yaşayan tüm canlılar ve insanlar için bir yaşam alanı, bir mahalle, korunması gereken bir sit alanı bütünü olarak değil, bir eğlence, spor, dinlenme ve turizm alanı olarak gören bu plan neoliberal şehir İstanbul’un Adalar’a biçtiği rolü bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.
Adalar Belediyesi tarafından İller Bankası kredisiyle özel bir şirkete (Ege Plan) hazırlatılan ve 2017 içinde son aşamasına gelen 1/1000’lik Uygulama İmar Planı mevcut haliyle, İBB’nin 5000’lik plan yaklaşımını yürürlüğe koyuyor. “Üst ölçekli plana aykırı kararlar alamayız” gerekçesiyle İBB’nin Adalar’a yönelik yaklaşımını yeniden üreten, planı hazırlayan şirketin gündeme getirdiği kimi korumacı önlemleri bile yerel belediye meclis kararıyla değiştiren bu planın denetimi İBB komisyonları tarafından yapılıyor ve 5000’lik plana uyun hale getiriliyor!
Bu süreçte doğacak imar ve turizm rantının, yerel ve ulusal aktörler arasındaki paylaşımının “koruma normlarına uygun” genel kurallarını belirleyen 1/1000’lik imar planı CHP ve AKP’nin mutabakatıyla onaylanıyor; anlaşmazlıklar İBB toplantılarında, Çevre Şehircilik Bakanlığı komisyonlarında, koruma kurullarında masaya geliyor.
Kentsel ve ekolojik yıkımın yeni halkası
Tüm bu gelişme sürecini kuşbakışı değerlendirmek gerekirse, Adalar’ın planlama sürecinin İstanbul’un, yaşadığı kentsel ve ekolojik yıkımın bir uzantısı olduğunu görmek zor değil. İstanbul’un “merkezî yerel yönetimi” olan İBB’nin 2011 tarihli 1/5000’lik Adalar Nazım İmar Planı, kentte kaybedilen rekreasyon/dinlenme alanlarının, ulaşım aksı olarak kullanılan ve orta sınıf yaşam alanları halinde yapılaştırılan doğal yaşam ve ormanlık bölgelerinin karşılığında Adalar’ı İstanbul halkına bir eğlence, piknik ve turizm alanı olarak sunuyor. Böylelikle, İBB hükümetin ve bizzat kendi uygulamalarının, katil mega projelerin yarattığı kentsel kırım ve ekolojik yıkımın sonuçlarına Adalar kullanarak çözüm üretiyor!
Adalar İBB tarafından “İstanbul’un yeşil alanı” olarak ilan ediliyor. Büyükada, Heybeli, Burgaz ve Kınalı’nın her biri eğlence, sağlık, kültür, spor gibi temalarla planlanmış eğlence, spor, kültür parkları gibi kentsel protezlerle işlevlendiriliyor. “Koruma ancak kullanarak olabilir”, “Sürdürülebilirlik, ticarileşmeyle olur”, “Adalar’ın kullanımı ancak turizmle sağlanabilir” şeklinde özetlenebilecek İBB’nin yaklaşımına göre , Adalar’ın artık 20 milyonu aşkın nüfusuyla dev bir neoliberal kent haline gelen İstanbul tarafından yutulması ve işlevlendirilmesi, “İstanbullaşması” kaçınılmaz hale gelmiştir, iş planlamaya kalmıştır. Bu süreç Adalar’da halihazırda fiilen işletilmektedir. Sadece yerel belediye eliyle yönetilecek kentsel SİT dokusuna dair değil, doğal SİT alanlarının ticarileştirilmesine yönelik de Orman İşletmeleri Genel Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile “gizli ortak” yerel kurumlar zaten uzun süredir çalışmakta. Adalar’daki pek çok ormanlık alanın, neredeyse tüm plajların, müşterek alanların işgal edilmesine göz yumulmuş, hatta teşvik edilmiştir
Dolayısıyla, 1/1000’lik planla birlikte bu yönde uygulamaların katbekat çoğalacağını ve belediyenin hazırlanan plan not ve kararlarını yıllardır tüm taleplere rağmen planlar son aşamaya gelene kadar neden açıklanmadığını anlamak için konunun uzmanı olmaya gerek yok. Adalar’da yaşayanların sağlık, ulaşım, eğitim gibi alanlarda yaşadığı yoksunluğa, tüm karşı çıkışlara rağmen Yassıada’nın yok edilmesi gibi yaşadığımız ekolojik ve kültürel travmalara yeni bir halka eklemek Adalar’da yaşayan halk sindirilmeden açık açık yapılabilecek bir iş değil. Adalar’da bütünüyle turizm endüstrisi kurmaya odaklanmış, bir adım sonra teleferik, iki adım sonra marina, üç adım sonra özel eğlence merkezleri, turistik hastaneler yoluyla Adalar ahalisinin yaşadığı alanlardan sürülmesiyle ya da yeni koşullara “uyum” sağlamasıyla sonuçlanacak bir sürecin önünü açan İBB’nin 5000’lik planını uygulayacak 1000’lik planı açık açık tartışmak CHP’li belediyenin cesaret edebileceği şey değil.
Geçtiğimiz sene yapılan bir halk toplantısında “Siz epi topu korumacı 60-70 kişisiniz, plan yaparken sizi mi dinleyeceğim!” demekten çekinmeyen Adalar’ın CHP’li Belediye Başkanı Atilla Aytaç’ın, bugün Adalar Savunması, Adalar Hayır Meclisi gibi hareketlerin çabalarıyla planlar tartışılmaya açıldığında TV programlarına bağlanıp “Korumacıların endişelerine saygı duyduğunu ve onları da dinleyeceğini” söylemesinin, sivil kurumlarla plan toplantıları yapmaya ve yeni halk toplantılarına onay vermesinin nedeni de bu. Eleştiriler karşısında geçmişte “Her plan rant yaratır, rantı kimin yönettiği önemlidir, bunu biz yöneteceğiz!” diyen başkanın, şimdilerde kendi gazetelerine ve toplantılarda “Ranta izin vermeyeceğiz!” şeklinde konuşması da şaşırtıcı değil.
Dört yıldır en büyük icraatı Adalar’a binlerce ton hibe asfalt dökerek yolları yükseltmek ve yaşamı tahrip etmek olan bir belediye başkanı hâlâ kendini “çevreci” olarak sunabiliyorsa, o da bizim, Adalar’da yaşayan kent ve doğa savunucularının, bizim mahallenin ayıbı olsun. Ancak bu tartışmayı belediyeyle yürütülen bir plan tartışması ve müzakeresinin ötesine taşıyan, bir sosyal yıkım ve kentsel kâbus kaynağı haline gelen neoliberal şehir İstanbul’la, İstanbul’u yöneten anlayışla ve onun yerel uzantılarıyla İstanbullular ve Adalılar adına birlikte mücadele eden bir zemine taşımak gerektiği de su götürmez bir gerçek olarak önümüzde duruyor.
Mahalleyi kaybetmemek için…
Son aylarda Adalar Hayır Meclisi ve Adalar Savunması’nın konuyu bu perspektifle gündeme taşıyarak, planların sonuçlarını duyuran ve tartışan bir çalışmaya yönelmesi, belediye yönetimi güdümündeki kent konseyini “uyandırması”, Adalar’daki ve Adalar dışındaki tüm kesimleri yan yana getirmeye çalışması ve bunu büyük ölçüde başarması da bu ihtiyacın ürünü. Adalar’da yürütülen plan süreci gösteriyor ki, bu sürecin yönünü değiştirecek etkin bir katılım ve denetim süreci yaratamaz ve İBB’nin 5000’lik planındaki kıskacı ve bu yaklaşımı yeniden üreten 1/1000’lik plan kilidini açamazsak, Adalar’ın tüm kentsel, mimari, kültürel ve doğal dokusuyla birlikte Adalar mahallesini ve bu mahallenin zaten büyük ölçüde erozyona uğramış sosyal ilişkilerini de kaybedeceğiz. Dolayısıyla her kentsel planda olduğu, Adalar imar planlarında da basitçe yalnızca yapılaşma koşullarını değil, plan hazırlık sürecine katılım biçimlerini değil, nasıl bir yaşam istediğimizi, kenti, semti, mahalleyi, yaşamı ve ilişkilerimizi de tartışmak zorundayız.
Adalar’ı planlamak
Aslında Adalar halkı imar planı tartışmalarına yabancı değil. Adalar’ın yeniden bir ilçe belediyesi olduğu 1984’ten bu yana imar planı tartışmaları hep Adalar’ın önemli gündem maddelerinden biri oldu. 1950’lerdeki planlama girişimleri bir yana bırakılırsa, 1980’lerde başlayan Adalar’ın imar planı yetkisinin kimde olduğu yönündeki kavgalar ve 1990’ların başındaki başarısız imar planı girişimleri unutulmuş değil. Devam eden plansızlık ve yetki karmaşasının da Adalar’ı bir rant mekânı olarak gören partilerin ve belediye yönetimlerinin girişimleriyle gündeme gelen imar aflarına, Adalar’a büyük zararlar vererek 2007’ye kadar devam eden Geçiş Dönemi Yapılandırma Koşulları’nın uygulanmasına yol açtığını biliyoruz. Bu yıllar boyunca Adalar’daki ANAP, AKP ve CHP yönetimleri dönemlerinde verilen parsel bazlı özel imar izinleri, değişik bakanlık ve müdürlüklerle belediye arasındaki yetki/parsel çakışmasından yararlanarak uygulanan doğal alanları ticarileştirme uygulamaları Adalar’ın kaderi oldu.
Bugün Adalar ve İstanbul halkının kent hakkını yok sayarak yapılan uygulamalar sonucunda Adalar’daki pek çok kıyı ve orman alanının girişini ücretli hale getiren turizm işletmeleri, Büyükada’da öngörünüm alanındaki yasadışı Seferoğlu ve Lido rezidansları, 8-9 katlı apartmanlar, kaçak iskeleler, orman ve kıyı alanlarındaki onlarca ruhsatsız günübirlik turistik tesis, 1980’lerden başlayarak yapılan çok sayıda denetimsiz konut bu sürecin ürünü olarak gündeme geldi. Dahası, geçmişte varolan balıkçılık, çiçekçilik, bostancılık, arıcılık, küçük çaplı hayvancılık gibi üretim biçimlerini tümüyle tasfiye eden ve turizme dayanan ekonomik “sürdürülebilirlik” arayışları, parsel bazlı rant beklentileri, plansızlık, vizyonsuzluk, esnafın çıkarlarına ve turizme odaklanmış politik kararlar Adalar’ı çok yönlü bir kentsel, ekonomik, kültürel ve ekolojik krize sokmaya devam etti. Her adanın kendine özgü ekonomik, sosyal ve politik dinamikleri, aktörleri ve ilişki ağları sözkonusu krizden çıkışın yollarını bulmak bir yana daha da derinleşmesine neden oldu.
Adalar’ın tümüyle “İstanbullaşmasını” engelleyen tek şey ise Adalar’ın mevcut koruma şemsiyesinden ve Adalar’da yaşayan halkın demokratik tepkilerinden başka bir şey değil. Ancak Adalar’ın 1976’dan bu yana sahip olduğu koruma alanı ve 1984’ten bu yana devam eden sit alanı olarak tanımlanmasının yarattığı koruma şemsiyeleri de Yassıada örneğinde olduğu gibi imar ve rant arayışlarını engellemekte yeterli olmuyor.
Ne yapıyoruz?
Tüm bunlar karşısında Adalar’ı doğal ve tarihi dokusuyla olduğu kadar bir mahalle olarak da korumak büyük önem taşıyor. Artık hem İstanbul’daki, hem de dünyadaki benzer deneyimlerden biliyoruz ki, mahalleyi korumadan doğayı, doğayı korumadan mahalleyi korumak mümkün değil. Tüm bu nedenlerle Adalar’ın turizm endüstrisinin kent tatili programları kapsamında kitle turizmine yönelik bir pasaj olmasıyla, aynı endüstrinin marka şehir oyunlarının butik turizm sayfalarına ayrılmış bir sayfası olması arasında kayda değer bir fark bulunmuyor. Metropole bu kadar yakın bir bölgenin turizmin herhangi bir türü tarafından “korunması” mümkün değil. Son yıllardaki gelişme eğilimi zaten büyük ölçüde bunu gösteriyor. Kira artışları, fiyatlar genel düzeyinin yükselmesi, sahil, kıyı, meydan, çarşı gibi kamusal müşterek alanların kaybedilmesi, kamusal alanların özel proje alanları ilan edilerek ticarileşmesi, ulaşım fiyatlarının yükselmesi ve planlarının turistlere göre düzenlenmesi, doğal alanların tahribi, ehlileştirilmesi, çitlenmesi ve ticarileştirilmesi, mahalle tabanlı sosyal ilişkilerin yokolması, sokak ve orman hayvanlarının katledilmesi ya da barınaklara taşınması, çevresel kirlilik, gürültü, hava ve trafik kirliliği, geleneksel-yerel ekonomik faaliyetlerin turizm endüstrisi tarafından yutulması ve esnafın yokedilmesi, kentsel suçların, hırsızlık, cinsel taciz vb. artması ilk akla gelen gelişme eğilimleri olarak halihazırda yaşanıyor. Bu etkileri “kültür turizmi” vb. gerekçeleriyle çeşitli turizm zonlarıyla hafifletmek, kentsel tasarım projeleriyle yumuşatmaya çalışmak, kalkınma ajansları ya da turizmi geliştirme programlarıyla düzenlemeye çalışmak da mümkün değil. Bu tür yaklaşımların hızla turizm endüstrisinin bir uzantısı haline gelmesi, turizmin sürdürülebilirliğine, soylulaştırmaya, patronaja ya da kişisel görünürlüğe yönelik yerel işbirliği üreten kurumlar ve programlar haline gelerek yozlaşması yakından tanıdığımız bir gerçeklik. Asgari ücretle ve sosyal güvencesi olmadan otellerde ya da plajlarda çalışan, gündelik sigara parasına iskelelerde plaj broşürleri dağıtan, inşaatlarda işçilik yapan, bir adadan diğerindeki hastaneye ya da nüfus müdürlüğüne gitmek için yol parası denkleştirmeye çalışan, piknikçilerin çöplerini toplayan, sosyal dayanışmaya ancak hemşehrilik ilişkilerine ya da siyasi parti ağları içine dahil olarak ulaşabilen yoksulluk ve yoksunlukla dolu bir hayat içindeki Adalılar için süslü kültür, sağlık, spor turizmi planlarının bir anlamı bulunmuyor.
Bugün Adalar’ın geçmişteki gibi çam ormanları içindeki “güvenlikli bir kentsel adacık” haline getirilmesini öngören burjuva ütopyası da, olduğu varsayılan eski güzel, çok-kültürlü günlere nostaljiyle atıf yapan küçük burjuva hülyalar da AKP rejiminin neoliberal kenti tarafından silinip süpürülüyor. Adalar örneğinde görülüğü gibi bu planlama yaklaşımının, yönteminin ve uygulamasının yönetici partinin adıyla da doğrudan bir ilgisi bulunmuyor. Başka bir planlama, başka bir kent, başka bir ada, başka bir hayat mümkün! diyen yeni bir soluğa, dayanışmacı, üretimci ve özgürlükçü yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız var.
Tüm Adalılar derinden hissediyor ki, Adalar’ın artık kimilerinin önerdiği gibi giriş çıkış ücretleri alınan, yerleşmenin ve ulaşmanın zor olduğu, ancak ayrıcalıklıların yararlanabileceği bir vaha ve İstanbullaşmak’tan kurtarılmış “korunan” bir butik bir miras alanı, bir “slow city”, yaşayan bir “açık hava şehir müzesi”, bir “dünya mirası ilçesi” olarak kurgulanması doğruluğu yanlışlığı, işe yarayıp yaramaması bir tarafa, fiziken de mümkün değil. Adalar’ı bugün üzerinde yaşayan Erzincanlılar, Mesudiyeliler, Tokatlı, Malatyalı, Sivaslılar, Vanlılar, sayıları birkaç yüzü bile bulmayan Rum, Ermeni ve Yahudi Adalılar tarafından yönetilen, korunan bir mahalle olarak düşünmeye ihtiyacımız var. Eğer bir mirastan söz edilecekse, bu miras çiçekçilik ve küçük balıkçılık kooperatiflerinin, arıcılığın, bostancılığın, dayanışmanın ve yaşayan gerçek insanların mirasından başka bir şey değil.
Adalar 1/1000 ölçekli imar planı tartışmalarında hareketle bir kez daha görüyoruz ki, her kentsel plan mekânlar ve mekân kullanım kararları üretirken aynı zamanda belirli toplumsal ilişkiler de üretiyor. Adalar Savunması dahil, Adalar’daki demokratik kurumlar yıllardır plansızlıktan kaynaklanan, parsel bazlı izinlere ve yasadışı iskân uygulamalarına son verecek, denetim ve korumaya odaklı, yapılaşmayı, ticarileşmeyi ve soylulaştırmayı engelleyecek, Adalar halkının ekonomik ve sosyal yoksunluklarını gidermeye yardımcı olacak bir imar planını desteklerken, esas olarak mahalleyi ve mahallede kurulan ilişkileri korumaya ve güçlendirmeye odaklanıyor. Ancak Adalıların yaşam alanlarıyla kurduğu ilişkiyi tahrip edecek, turizme ve imar rantına dayalı bir kentsel plan, ormanı ve denizi yaşam alanının bir parçası olarak gören, yaşam alanına sahip çıkmayı ve onun varlığına saygı duymayı Adalı olmanın bir parçası olarak düşünen Adalıların yaşamları, duyguları, anıları ve gündelik alışkanlıklarının yok edilmesi anlamına geliyor. Göçler, sınıfsal, dinsel ve kültürel düşmanlıklar, soylulaştırma, işsizlik, yoksunluk ve son yıllarda giderek artan hoşgörüsüzlük iklimi ve yabancı düşmanlığıyla büyük ölçüde tahrip edilen Adalar mahallesinin tabutuna son çiviyi çakan imar planına karşı muhalefet belki de son büyük direnişimiz olacak.
Bu direniş sürecinde Eylül ayı içinde “Belediye’nin plan kararlarının tartışmaya ve katılıma açık olduğunu” belirterek Adalar’ın sivil kurumlarıyla yanyana gelmeyi ve sonuçları halk toplantılarında tartışmayı kabul etmesi önemli bir kazanım olarak ellerimizde duruyor.
Artık Adalar’ı turizm endüstrisi ve belediye tarafından birkaç yıl önce Kuzey ülkelerine, bugünlerde Araplar’a, yarın muhtemelen Uzakdoğulular’a ve giderek artan oranda İstanbullular’a tavsiye edilen bir turizm sitesi gibi değil, kooperatiflerle, ekonomik ağlarla, dayanışma kurumlarıyla, forumlarla, şenliklerle yaşayan, kendine yeterli bir mahalle olarak yeniden hayal etmemiz, İstanbul’u ve tüm dünyayı bir turizm bölgesine değil, bizim mahalleye çağırmamız gerek. Heybeliadalı Yano’nun ve Kayıkçı İbrahim’in, Burgazlı Madam Martha ve Sait Faik’in, Kınalıadalı Mihal Şişko’nun, Büyükadalı Lefter’in bugün Adalar’da yaşayan Osman’a, Ayşe’ye, Ali’ye, İbo’ya, Yorgo’ya, Fatma’ya, Ara’ya vasiyeti budur. Mahalleyi kaybetmeyin çocuklar!
** https://www.theguardian.com/cities/2017/aug/04/tourism-kills-neighbourhoods-save-city-break – img-2, http://www.ansamed.info/ansamed/en/news/sections/tourism/2017/08/04/radical-basques-against-mass-tourism-in-spain_0d562a65-a930-424a-a855-ed73ce0e93a9.html
ADALAR 1/1000’lik İMAR PLANI
Tabutun çivileri
CHP’li Mustafa Farsakoğlu yönetimindeki Adalar Belediyesi tarafından Aralık 2012’de İller Bankası kredisiyle başlatılan 1/1000’lik plan hazırlık süreci, pek çok Adalıda İBB’nin 1/5000’lik planlarının anlayışının revize edileceği, korumacı bir tavrın gelişeceği, plan hazırlık sürecine halkın katılımının sağlanacağı beklentisiyle başlangıçta olumlu karşılandı. Ancak hem Farsakoğlu döneminde hem de 2014’te yine CHP’nin adayı olarak seçimi kazanan Atilla Aytaç yönetiminde bu beklentilerin hiçbiri gerçekleşmedi. Adalar Belediyesi İBB’nin planlama yaklaşımını derinleştirerek sürdürdü. Doğal ve kültürel mirası korumaya öncelik veren, Adalar halkının yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunların çözümüne odaklanan, korumacı ve denetleyici çözümler üretmek yerine, 5000’lik planın da ötesine geçecek şekilde Adalar’da pansiyon ve konut stoğunu arttırmaya, imar rantı yaratmaya, doğal alanların ticarileştirilmesine yönelik uygulamalara izin veren bir taslak plan ortaya çıktı.
Adalar’daki konutların üzerinde kurulu olduğu parsellerin 2000 m2’nin üzerinde olması durumunda toplam TAKS değerinin yüzde 10’u oranında ikinci bir yapı yapılmasına, 2000-4000 m2 arası parsellerde iki yapı yapılmasına, 4000 m2 üzerindeki parsellerde ise ikiden fazla yapıya izin veriliyor. “Parsel birleştirme ve ayırmalar (ifraz ve tevhid) sit alanlarında yasaktır” ifadesine rağmen, uygulamada ihtiyaç doğması durumunda belediye görüşü ve koruma kurulu onayıyla mümkün hale getiriliyor, siteleşmenin önü açılıyor. Bu durum son yıllarda iktidara yakın Şehzade Mehmet Vakfı gibi vakıfların girişimleriyle devir işlemleri yapılan çok sayıda araziyle birlikte Adalar’ı önemli bir yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor. Dahası İBB’nin 1/5000’lik onaylanmış ilk planında 2500 m2 olarak öngörülen yeni yapılaşma için parsel alt sınırı, daha sonra Adalar Belediyesi’nin bir önceki yönetiminin 2012’deki talebiyle 2000 m2’ye indirilmiş ve parsel bazında rant yaratma imkânı arttırılmışken bu yöndeki eğilim giderek derinleşiyor. Aynı yaklaşım yeni belediye yönetimi tarafından da devam ettiriliyor ve parsel büyüklüğüne göre izinler iki, üç binaya kadar genişletiliyor. İmara uygun olduğu bilinen 350’yi aşkın parselle birlikte düşünüldüğünde bu rakamlar Adalar için çok büyük bir imar trafiği ve parsel bazlı rant yaratılması anlamına geliyor.
Turizmi desteklemek için ev pansiyonculuğuna izin veren, 5000’lik planlarda öngörülen “yeni yapılar pansiyon olabilir” notuna ilaveten herhangi bir yapı tanımı getirmeksizin konut+ticaret alanlarında 1000 m2 alana sahip konutlarda (İBB Komisyonu tarafından bu sınır 500 m2’ye düşürüldü!) ev pansiyonculuğu ve butik otelciliğe izin veren bir plan notu ekleniyor. Bu karar da Adalar’da sayısı 1000’i aşkın ev pansiyonu açılabilmesine olanak tanıyor. anlamına geliyor.
Bir diğer önemli konu olan deprem tehlikesi karşısında İstanbul anakarasından daha kırılgan olan Adalar’a ilişkin bu konuda hiç bir önleyici tutum geliştirilmiyor, dahası ikinci ve üçüncü derece doğal SİT alanları ve kıyı kullanımlarına ilişkin eğlence ve rekreasyon amaçlı kullanım ve yapılaşma süreci teşvik ediliyor.
Sonuç olarak İBB’nin Adalar 1/5000 Koruma Amaçlı İmar Planı üst gelir gruplarının, imar ve inşaat şirketlerinin ve bir ölçüde Adalar’da ticaret yapan grupların ihtiyaçlarına yanıt verecek bir yaklaşımdan ötesini içermezken 1000’lik plan da İBB’yle aynı doğrultuda, aynı aktörlere, müteahhitlere, turizm şirketlerine, emlak yatırımcılarına göz kırpıyor.